English    Türkçe    فارسی   

2
2489-2513

  • Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
  • بل به جای خوان خود آتش آمدی ** اندر این منزل لهب بر ما زدی‏
  • Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız. 2490
  • چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما
  • Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
  • خشمش آتش می‏زند در رخت ما ** حلم او رد می‏کند تیر بلا
  • Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
  • کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
  • Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
  • مدح حاضر وحشت است از بهر این ** نام موسی می‏برم قاصد چنین‏
  • Yoksa değil Musa, kim olursa olsun. Senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
  • ور نه موسی کی روا دارد که من ** پیش تو یاد آورم از هیچ تن‏
  • Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor. 2495
  • عهد ما بشکست صد بار و هزار ** عهد تو چون کوه ثابت برقرار
  • Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli.
  • عهد ما کاه و به هر بادی زبون ** عهد تو کوه و ز صد که هم فزون‏
  • O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
  • حق آن قوت که بر تلوین ما ** رحمتی کن ای امیر لونها
  • Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da. Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
  • خویش را دیدیم و رسوایی خویش ** امتحان ما مکن ای شاه بیش‏
  • De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
  • تا فضیحت‏های دیگر را نهان ** کرده باشی ای کریم مستعان‏
  • Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! 2500
  • بی‏حدی تو در جمال و در کمال ** در کژی ما بی‏حدیم و در ضلال‏
  • Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
  • بی‏حدی خویش بگمار ای کریم ** بر کژی بی‏حد مشتی لئیم‏
  • Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
  • هین که از تقطیع ما یک تار ماند ** مصر بودیم و یکی دیوار ماند
  • Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
  • البقیه البقیه ای خدیو ** تا نگردد شاد کلی جان دیو
  • Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
  • بهر ما نه بهر آن لطف نخست ** که تو کردی گمرهان را باز جست‏
  • Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster, ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı. 2505
  • چون نمودی قدرتت بنمای رحم ** ای نهاده رحمها در لحم و شحم‏
  • Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.
  • این دعا گر خشم افزاید ترا ** تو دعا تعلیم فرما مهترا
  • Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan'dan kurtuldu.
  • آن چنان کادم بیفتاد از بهشت ** رجعتش دادی که رست از دیو زشت‏
  • Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
  • دیو که بود کاو ز آدم بگذرد ** بر چنین نطعی از او بازی برد
  • Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.
  • در حقیقت نفع آدم شد همه ** لعنت حاسد شده آن دمدمه‏
  • Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti. 2510
  • بازیی دید و دو صد بازی ندید ** پس ستون خانه‏ی خود را برید
  • Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
  • آتشی زد شب به کشت دیگران ** باد آتش را به کشت او بران‏
  • Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
  • چشم بندی بود لعنت دیو را ** تا زیان خصم دید آن ریو را
  • Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir.
  • لعنت این باشد که کژبینش کند ** حاسد و خود بین و پر کینش کند