English    Türkçe    فارسی   

2
2719-2743

  • Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.
  • تو خوری حلوا تو را دنبل شود ** تب بگیرد طبع تو مختل شود
  • Sonra da İblis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin? 2720
  • بی‏گنه لعنت کنی ابلیس را ** چون نبینی از خود آن تلبیس را
  • Bu, ey azgın, İblis’ten değil, sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
  • نیست از ابلیس از تست ای غوی ** که چو روبه سوی دنبه می‏دوی‏
  • Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
  • چون که در سبزه ببینی دنبه را ** دام باشد این ندانی تو چرا
  • Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
  • ز آن ندانی کت ز دانش دور کرد ** میل دنبه چشم و عقلت کور کرد
  • Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
  • حبک الأشیاء یعمیک یصم ** نفسک السودا جنت لا تختصم‏
  • Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de! 2725
  • تو گنه بر من منه کژ مژ مبین ** من ز بد بیزارم و از حرص و کین‏
  • Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
  • من بدی کردم پشیمانم هنوز ** انتظارم تا شبم آید به روز
  • Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
  • متهم گشتم میان خلق من ** فعل خود بر من نهد هر مرد و زن‏
  • Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
  • گرگ بی‏چاره اگر چه گرسنه است ** متهم باشد که او در طنطنه است‏
  • Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.
  • از ضعیفی چون نتاند راه رفت ** خلق گوید تخمه است از لوت زفت‏
  • Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı
  • باز الحاح کردن معاویه ابلیس را
  • Muaviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte. 2730
  • گفت غیر راستی نرهاندت ** داد سوی راستی می‏خواندت‏
  • Doğru söyle de elimden kurtul. Hile, savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
  • راست گو تا وارهی از چنگ من ** مکر ننشاند غبار جنگ من‏
  • Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
  • گفت چون دانی دروغ و راست را ** ای خیال‏اندیش پر اندیشه‏ها
  • Muaviye, “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
  • گفت پیغمبر نشانی داده است ** قلب و نیکو را محک بنهاده است‏
  • “Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.
  • گفته است الکذب ریب فی القلوب ** گفت الصدق طمانین طروب‏
  • Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. 2735
  • دل نیارامد ز گفتار دروغ ** آب و روغن هیچ نفروزد فروغ‏
  • Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
  • در حدیث راست آرام دل است ** راستیها دانه‏ی دام دل است‏
  • Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
  • دل مگر رنجور باشد بد دهان ** که نداند چاشنی این و آن‏
  • Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
  • چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم‏
  • Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
  • حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
  • Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti. 2740
  • پس دروغ و عشوه‏ات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد
  • O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
  • کژدم از گندم ندانست آن نفس ** می‏پرد تمییز از مست هوس‏
  • Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
  • خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
  • Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
  • هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
  • Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
  • شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را