English    Türkçe    فارسی   

2
3212-3236

  • O emir, Şeyh’in kullarındandı. Şeyh’i tanıyıp hemen secde etti.
  • آن امیر از بندگان شیخ بود ** شیخ را بشناخت سجده کرد زود
  • Şeyh’in hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti, huyu da!
  • خیره شد در شیخ و اندر دلق او ** شکل دیگر گشته خلق و خلق او
  • Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!
  • کاو رها کرد آن چنان ملک شگرف ** بر گزید آن فقر بس باریک حرف‏
  • Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu. 3215
  • ترک کرد او ملک هفت اقلیم را ** می‏زند بر دلق سوزن چون گدا
  • Şeyh, onun düşüncesini anladı. Şeyh aslana benzer, gönülleri ormana.
  • شخ واقف گشت از اندیشه‏اش ** شیخ چون شیر است و دلها بیشه‏اش‏
  • Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona gizli değildir.
  • چون رجا و خوف در دلها روان ** نیست مخفی بر وی اسرار جهان‏
  • Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun!
  • دل نگه دارید ای بی‏حاصلان ** در حضور حضرت صاحب دلان‏
  • Ten ehlinin yanında edep, zahiri muameleden ibarettir. Çünkü Allah, onlardan gizli şeyleri örtmüştür.
  • پیش اهل تن ادب بر ظاهر است ** که خدا ز ایشان نهان را ساتر است‏
  • Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli şeyleri anlar. 3220
  • پیش اهل دل ادب بر باطن است ** ز انکه دلشان بر سرایر فاطن است‏
  • Sen ne aykırı iş yapıyorsun. Körlerin yanına bir makam kapmak hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet ederek ta kapı yanında oturuyor.
  • تو بعکسی پیش کوران بهر جاه ** با حضور آیی نشینی پایگاه‏
  • Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun. Onun için şehvet ateşine odun oldun ya!
  • پیش بینایان کنی ترک ادب ** نار شهوت را از آن گشتی حطب‏
  • Mademki anlayışın yok, hidayet nurundan mahrumsun, körler için yüzünü cilâla, süsle dur.
  • چون نداری فطنت و نور هدی ** بهر کوران روی را می‏زن جلا
  • Gözlülerin huzurunda da yüzüne pislik sür; sonra da bu kokmuş halinle nazlan!
  • پیش بینایان حدث در روی مال ** ناز می‏کن با چنین گندیده حال‏
  • Şeyh, derhal iğnesini denize attı ve yüce sesle iğneyi istedi. 3225
  • شیخ سوزن زود در دریا فگند ** خواست سوزن را به آواز بلند
  • Yüz binlerce Allah balığı, her birinin ağzında birer altın iğne olduğu halde,
  • صد هزاران ماهی اللهیی ** سوزن زر در لب هر ماهیی‏
  • Ey şeyh Allah’ın iğnelerini al, diye Allah denizinden baş çıkardı.
  • سر بر آوردند از دریای حق ** که بگیر ای شیخ سوزنهای حق‏
  • İbrahim Ethem, yüzünü o emîre dönüp dedi ki; Ey emîr, gönül saltanatı mı iyi, öyle bayağı bir saltanat mı?
  • رو بدو کرد و بگفتش ای امیر ** ملک دل به یا چنان ملک حقیر
  • Bu zahiri bir işaretten ibaret, bir hiç bile değil. Bâtın âlemine varırsan bunun yirmi mislini görürsün.
  • این نشان ظاهر است این هیچ نیست ** تا بباطن در روی بینی تو بیست‏
  • Şehre bahçeden bir dal getirirler. Fakat bağı bostanı oraya nasıl götürsünler? 3230
  • سوی شهر از باغ شاخی آورند ** باغ و بستان را کجا آن جا برند
  • Hele bu gökyüzü, ancak bir yaprağı olan bir bağ olursa, hatta o âlem bir içtir, hakikattir de şu cihan, onun kabuğuna benzer.
  • خاصه باغی کاین فلک یک برگ اوست ** بلکه این مغز است وین عالم چو پوست‏
  • Sen, o bağa doğru adım atamıyorsun. Fazla koku kokla da nezleni gider!
  • بر نمی‏داری سوی آن باغ گام ** بوی افزون جوی و کن دفع زکام‏
  • Bu suretle o koku, canını çeksin de gözlerinin nuru olsun.
  • تا که آن بو جاذب جانت شود ** تا که آن بو نور چشمانت شود
  • Yakup Peygamberin oğlu Yusuf, bu koku hakkında “ Gömleğimi alın, götürüp babamın yüzüne koyun” dedi.
  • گفت یوسف ابن یعقوب نبی ** بهر بو ألقوا علی وجه أبی‏
  • Ahmet, bu koku için vaizlerinde daima “ Gözüm namazda ışıklanır” buyurdu. 3235
  • بهر این بو گفت احمد در عظات ** دایما قرة عینی فی الصلاة
  • Beş duyguda birbirleriyle birleşmiştir. Çünkü beşi de bir asıldan meydana gelmedir.
  • پنج حس با همدگر پیوسته‏اند ** ز انکه این هر پنج از اصلی رسته‏اند