English    Türkçe    فارسی   

2
3258-3282

  • Vahiy kabul eden ruhsa akıldan da gizlidir. Çünkü o gayptır, gayp âlemindendir.
  • روح وحی از عقل پنهان‏تر بود ** ز انکه او غیب است او ز ان سر بود
  • Ahmed’in aklı kimseden gizli değildir, herkes onun akıl ve kemal sahibi olduğunu bilirdi. Fakat vahiy ruhunu her can anlayamadı.
  • عقل احمد از کسی پنهان نشد ** روح وحیش مدرک هر جان نشد
  • Vahiy ruhuna münasip şeyler de var, fakat onları akıl anlayamaz. Çünkü o ruh pek yücedir. 3260
  • روح وحیی را مناسبهاست نیز ** در نیابد عقل کان آمد عزیز
  • Akıl, o ruhun işlerine gâh delilik diye bakar, gâh şaşkınlık diye. Çünkü onu anlamak, o olmaya bağlıdır.
  • گه جنون بیند گهی حیران شود ** ز انکه موقوف است تا او آن شود
  • Hızır’a göre alelâde olan işler Musa’nın aklını şaşırttı, Musa onları görünce bulandı.
  • چون مناسبهای افعال خضر ** عقل موسی بود در دیدش کدر
  • O işler Musa’ya aykırı göründü. Çünkü Musa o hale sahip değildi.
  • نامناسب می‏نمود افعال او ** پیش موسی چون نبودش حال او
  • Musa’nın aklı bile gayp işlerine ermezse, ey ulu kişi, bir farenin aklı nedir ki bu işlere ersin!
  • عقل موسی چون شود در غیب بند ** عقل موشی خود کی است ای ارجمند
  • Taklit bilgisi, satış içindir, bu bilgi sahibi, müşteri buldu mu, bilgisini güzelce satar. 3265
  • علم تقلیدی بود بهر فروخت ** چون بیابد مشتری خوش بر فروخت‏
  • Fakat hakikat bilgisine müşteri, Allah’tır. Bu bilgi sahibinin pazarı daima işler, daima parlar.
  • مشتری علم تحقیقی حق است ** دایما بازار او با رونق است‏
  • Alışveriş ederken mest bir halde ağzını yumup oturur. Fakat müşterisi Allah’tır.
  • لب ببسته مست در بیع و شری ** مشتری بی‏حد که الله اشتری‏
  • Âdemin dersine melek müşteridir, o derse dev ve peri mahrem değildir.
  • درس آدم را فرشته مشتری ** محرم درسش نه دیو است و پری‏
  • Âdem, senin dersin her şeyin adını haber vermektir. Haydi, Allah sırlarını kıldan kıla anlat.
  • آدم أنبئهم بأسما درس گو ** شرح کن اسرار حق را مو به مو
  • Kısa görüşlü, daima halden hale giren, renkten renge boyanan ve temkini bulunmayan, 3270
  • آن چنان کس را که کوته بین بود ** در تلون غرق و بی‏تمکین بود
  • Kişiye fare dedim, çünkü yeri, yurdu topraktır. Farenin de geçim yeri topraktan ibarettir.
  • موش گفتم ز انکه در خاک است جاش ** خاک باشد موش را جای معاش‏
  • Yolları, izleri bilmez değil, bilir ama yer altındakileri bilir. O, her yanda toprağı delmiş, delik deşik etmiştir.
  • راهها داند ولی در زیر خاک ** هر طرف او خاک را کرده ست چاک‏
  • Fare gibi nefis, ancak lokma ufalar. Allah fareye de miktarınca akıl vermiştir.
  • نفس موشی نیست الا لقمه رند ** قدر حاجت موش را عقلی دهند
  • Çünkü yüce Allah, hiç kimseye, ihtiyacından artık bir şey vermez.
  • ز انکه بی‏حاجت خداوند عزیز ** می‏نبخشد هیچ کس را هیچ چیز
  • Eğer âlemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı âlemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı. 3275
  • گر نبودی حاجت عالم زمین ** نافریدی هیچ رب العالمین‏
  • Bu titreyip duran yeryüzü, dağlara muhtaç olmasaydı Allah, o heybetli dağları halk etmezdi.
  • وین زمین مضطرب محتاج کوه ** گر نبودی نافریدی پر شکوه‏
  • Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat göğü yoktan meydana getirmezdi.
  • ور نبودی حاجت افلاک هم ** هفت گردون نافریدی از عدم‏
  • Güneş, ay ve şu yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi.
  • آفتاب و ماه و این استارگان ** جز به حاجت کی پدید آمد عیان‏
  • Şu halde varlıkların kemendi, (yoklukları çekip varlık âlemine getiren) ihtiyaçtır. Allah’ın ihsanı, ihtiyaç miktarınca zahir olur.
  • پس کمند هستها حاجت بود ** قدر حاجت مرد را آلت دهد
  • Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Allah’ın kereminden cömertlik denizi coşsun. 3280
  • پس بیفزا حاجت ای محتاج زود ** تا بجوشد در کرم دریای جود
  • Şu yol üstünde dilenen, şu dilenciliğe düşmüş olan yoksullar, halka ihtiyaçlarını arz ederler.
  • این گدایان بر ره و هر مبتلا ** حاجت خود می‏نماید خلق را
  • Kör, sakat, hasta, illetli olduklarını gösterir, bu suretle halkın merhametini coşturmak isterler.
  • کوری و شلی و بیماری و درد ** تا از این حاجت بجنبد رحم مرد