- Onları hakikat âleminden bize yolladılar mı işte asâ, bize ejderha kesilir.
- چون از آن سوشان فرستد سوی ما ** آن عصا گردد سوی ما اژدها
- Dağlar, sese gelir, Davut’la beraber ırlar, ilahi okur, demir bile avucunda mum gibi yumuşar.
- کوهها هم لحن داودی کند ** جوهر آهن بکف مومی بود
- Rüzgâr, Süleyman’ı yüklenir, taşır; deniz Musa ile konuşur. 1015
- باد حمال سلیمانی شود ** بحر با موسی سخندانی شود
- Ay, Ahmet’in işaretini emrini anlar, fermanına uyar; ateş, İbrahim’e ağustos gülü olur…
- ماه با احمد اشارتبین شود ** نار ابراهیم را نسرین شود
- Toprak, Karun’u yılan gibi sömürür, yutar; Hannâne direği akla, fikre sahip olur...
- خاک قارون را چو ماری در کشد ** استن حنانه آید در رشد
- Taş, Ahmet’e selâm verir; Dağ Yahya’ya haber yollar…
- سنگ بر احمد سلامی میکند ** کوه یحیی را پیامی میکند
- Hepsi de bunlara “ Biz size karşı duyar, görürüz… sizinle hoşuz, neşeliyiz. Fakat namahremlere karşı susup durmaktayız” derler.
- ما سمعیعیم و بصیریم و خوشیم ** با شما نامحرمان ما خامشیم
- Ama siz bir cemada gidiyor, ona yöneliyorsunuz. Artık cematların canına, sırrına nasıl mahrem olursunuz ki? 1020
- چون شما سوی جمادی میروید ** محرم جان جمادان چون شوید
- Cematlardan can âlemine gidin de âlemin cüzülerinin ahengini duyun!
- از جمادی عالم جانها روید ** غلغل اجزای عالم بشنوید
- O vakit cansız şeylerin tespihlerini apaçık duyarsın da tevil vesveselerine kapılmazsın.
- فاش تسبیح جمادات آیدت ** وسوسهی تاویلها نربایدت
- Can âleminde kandiller yok da görmek için tevillere yapışıyorsun.
- چون ندارد جان تو قندیلها ** بهر بینش کردهای تاویلها
- “Tespihten maksat, nasıl olur da zahirî tespih olur? Bu tespihte bulunan bu cansız şeyleri görmek de sapıklıktan başka bir şey değil.
- که غرض تسبیح ظاهر کی بود ** دعوی دیدن خیال غی بود
- Doğrusu şu: onları gören, ibret alır da Allah’ı tespih eder. 1025
- بلک مر بیننده را دیدار آن ** وقت عبرت میکند تسبیحخوان
- Sana Allah’ı tespih etmeyi hatırlıyor ya… İşte bu tespihe delil olmaları, onları tespih etmesi demektir” dersin.
- پس چو از تسبیح یادت میدهد ** آن دلالت همچو گفتن میبود
- İtizal ehlinin tevili budur işte. Hal nuruna sahip olmayan kişinin işi budur.
- این بود تاویل اهل اعتزال ** و آن آنکس کو ندارد نور حال
- İnsan, duygudan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancıdır.
- چون ز حس بیرون نیامد آدمی ** باشد از تصویر غیبی اعجمی
- Bu sözün sonu gelmez… Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke çeke,
- این سخن پایان ندارد مارگیر ** میکشید آن مار را با صد زحیر
- Bağdat’a kadar geldi. o maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için, 1030
- تا به بغداد آمد آن هنگامهجو ** تا نهد هنگامهای بر چارسو
- Yılanı Şat kıyısına koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu,
- بر لب شط مرد هنگامه نهاد ** غلغله در شهر بغداد اوفتاد
- “Bir yılancı ejderha getirmiş, acayip görülmemiş mefret bir şey. Nasıl da avlamış?” diye,
- مارگیری اژدها آورده است ** بوالعجب نادر شکاری کرده است
- Yüz binlerce ahmak adam toplandı, ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar.
- جمع آمد صد هزاران خامریش ** صید او گشته چو او از ابلهیش
- Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. O da etraftaki halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu.
- منتظر ایشان و هم او منتظر ** تا که جمع آیند خلق منتشر
- Halk, iyice toplansın da elime geçecek para çok olsun diyordu. 1035
- مردم هنگامه افزونتر شود ** کدیه و توزیع نیکوتر رود
- Yüz binlerce herzevekil toplandı, halka oldular. Bir ayak, bin ayaküstüne geldi!
- جمع آمد صد هزاران ژاژخا ** حلقه کرده پشت پا بر پشت پا
- Kalabalıktan erkeğin kadından haberi yoktu. Halkla ileri gelenler birbirlerine girmiş âdeta kıyametten bir alâmet olmuştu.
- مرد را از زن خبر نه ز ازدحام ** رفته درهم چون قیامت خاص و عام