- Dert ve ölüm zamanı o tarafa yönelir, feryat ve figana düşersin. Dertten kurtulunca neden yabancıya dönüyor, hiç o tarafı aklına bile getirmiyorsun?
- وقت درد و مرگ آن سو مینمی ** چونک دردت رفت چونی اعجمی
- Mihnet zamanında “Allah” demeye başlar, sıkıntın geçti mi “Nerede ona yol ?” dersin.
- وقت محنت گشتهای الله گو ** چونک محنت رفت گویی راه کو
- Bu hal, şundan ileri geliyor: “Allah’ı şeksiz, şüphesiz bilen, tanıyan, daima onu anlar, ondan hiç ayrılmaz.
- این از آن آمد که حق را بی گمان ** هر که بشناسد بود دایم بر آن
- Fakat akıl ve şüphe hicaplarında kalan kişiye Allah tecellisi, gâh örtülür, gâh yenini, yakasını yırtıp görünür.
- وانک در عقل و گمان هستش حجاب ** گاه پوشیدست و گه بدریده جیب
- Aklı cüzi gâh üstündür, gâh baş aşağı, Aklı Külli ise bütün hâdiselerden kurtulmuştur, emindir. 1145
- عقل جزوی گاه چیره گه نگون ** عقل کلی آمن از ریب المنون
- Akılla hüneri sat da hayreti satın al. Oğul, horluğa doğru git, Buhara’ya değil!
- عقل بفروش و هنر حیرت بخر ** رو به خواری نه بخارا ای پسر
- Biz neye bu derece de söze daldık? Hikâye söyleyelim derken hikâye olduk gitti.
- ما چه خود را در سخن آغشتهایم ** کز حکایت ما حکایت گشتهایم
- Ben yokum zaten ağlayıp, ağlayıp sızlayarak masal oldum gitti… Bu suretle secde edenler arasına katılayım, onlarla beraber yuvarlanayım bari.
- من عدم و افسانه گردم در حنین ** تا تقلب یابم اندر ساجدین
- İş bilen, söz anlayan adama bu söz, hikâye değil. Hâlimi anlatıyorum ben, sevgilinin huzurundayım ben!
- این حکایت نیست پیش مرد کار ** وصف حالست و حضور یار غار
- Âsi, bunlar önce gelip geçenlere ait aslı yok masallar dedi ya… Kur’an hakkında söylenen bu söz, nifak eseridir. 1150
- آن اساطیر اولین که گفت عاق ** حرف قرآن را بد آثار نفاق
- İçinde Allah nuru olan Lâmekân âleminde nerede geçmiş, nerede gelecek, nerede hâl,
- لامکانی که درو نور خداست ** ماضی و مستقبل و حال از کجاست
- Geçmiş, gelecek, sana göredir. Yoksa hakikatte ikisi de birdir. Fakat sen iki sanırsın.
- ماضی و مستقبلش نسبت به تست ** هر دو یک چیزند پنداری که دوست
- Bir adam, onun babasıdır, bizim oğlumuz, Zeydin altında olan dam, Amr’ın üstündedir.
- یک تنی او را پدر ما را پسر ** بام زیر زید و بر عمرو آن زبر
- Damın altta, üstte oluşu, o iki adama göredir. Hakikatteyse dam tek bir şeydir, işte o kadar!
- نسبت زیر و زبر شد زان دو کس ** سقف سوی خویش یک چیزست بس
- Bu söz, onun misli değildir, bir misaldir ancak. Eski harfler, yeni manayı ifade edemez ki. 1155
- نیست مثل آن مثالست این سخن ** قاصر از معنی نو حرف کهن
- Ey tulum, burası mademki ırmak kıyısı değil, ağzını kapat. Bu şeker denizinin ne kıyısı var, ne kenarı!
- چون لب جو نیست مشکا لب ببند ** بی لب و ساحل بدست این بحر قند
- Firavunun sihirbazları çağırtmak üzere şehirlere adam göndermesi
- فرستادن فرعون به مداین در طلب ساحران
- Musa, dönüp Firavun kalınca bütün rey ve tedbir sahiplerini danışmak üzere çağırdı.
- چونک موسی بازگشت و او بماند ** اهل رای و مشورت را پیش خواند
- Padişahın, Mısır sultanı olan Firavunun Mısır civarındaki bütün sihirbazları çağırmasını kararlaştırdılar.
- آنچنان دیدند کز اطراف مصر ** جمع آردشان شه و صراف مصر
- Firavun hemen bütün sihirbazların toplanması için etrafa bir hayli adam gönderdi.
- او بسی مردم فرستاد آن زمان ** هر نواحی بهر جمع جادوان
- Nerede ünlü bir büyücü varsa gelmesi için on haberci yolladı. 1160
- هر طرف که ساحری بد نامدار ** کرد پران سوی او ده پیک کار
- İki genç vardı ki büyü de pek şöhret bulmuşlardı. Sihirleri, aya bile tesir ederdi.
- دو جوان بودند ساحر مشتهر ** سحر ایشان در دل مه مستمر
- Aydan apaşikâr süt sağarlar, bir yere gidecekleri vakit küplere binip giderler.
- شیر دوشیده ز مه فاش آشکار ** در سفرها رفته بر خمی سوار
- Ay ışığını bez şekline sokup ölçer, biçer satarlardı.
- شکل کرباسی نموده ماهتاب ** آن بپیموده فروشیده شتاب
- Müşteri, para verip alır, sonra anlayınca eyvahlar olsun deyip hayıflanmaya, yüzüne vurmaya başlardı.
- سیم برده مشتری آگه شده ** دست از حسرت به رخها بر زده
- Onların, buna benzer nice sihirleri vardı ki herkes apaçık görür dururdu. 1165
- صد هزاران همچنین در جادوی ** بوده منشی و نبوده چون روی