- Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
- بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
- Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
- باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
- Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu. 1675
- جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بیوفا
- Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
- چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
- Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
- هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
- Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
- متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
- Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
- بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش میکردند مسروقات خویش
- Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.
- شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
- Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu. 1680
- هم بدانجا پای چپ و دست راست ** جمله را ببرید و غوغایی بخاست
- O arada zahidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken,
- دست زاهد هم بریده شد غلط ** پاش را میخواست هم کردن سقط
- Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “Behey köpek kendine gel.
- در زمان آمد سواری بس گزین ** بانگ بر زد بر عوان کای سگ ببین
- Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin?” diye bağırdı.
- این فلان شیخست از ابدال خدا ** دست او را تو چرا کردی جدا
- Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.
- آن عوان بدرید جامه تیز رفت ** پیش شحنه داد آگاهیش تفت
- Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe, 1685
- شحنه آمد پا برهنه عذرخواه ** که ندانستم خدا بر من گواه
- Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı.
- هین بحل کن مر مرا زین کار زشت ** ای کریم و سرور اهل بهشت
- Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum.
- گفت میدانم سبب این نیش را ** میشناسم من گناه خویش را
- Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim (yeminimi) sağ elimi kestirdi!
- من شکستم حرمت ایمان او ** پس یمینم برد دادستان او
- Ben kötü olduğunu bildiğim halde ahdimden döndüm. Bunun kötülüğü elime geldi.
- من شکستم عهد و دانستم بدست ** تا رسید آن شومی جرات بدست
- Ey vali, sevgilinin hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz de! 1690
- دست ما و پای ما و مغز و پوست ** باد ای والی فدای حکم دوست
- Bu, bana kısmetmiş! Sana helâl ettim. Sen bilmeyerek yaptın, bir suçun yok ki.
- قسم من بود این ترا کردم حلال ** تو ندانستی ترا نبود وبال
- Halimi bilenin, fermanı yürür. Allah emrine itiraz etmek nerede?”
- و آنک او دانست او فرمانرواست ** با خدا سامان پیچیدن کجاست
- Nice kuş vardır ki uçup tane arar… Boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur.
- ای بسا مرغی پریده دانهجو ** که بریده حلق او هم حلق او
- Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur.
- ای بسا مرغی ز معده وز مغص ** بر کنار بام محبوس قفص
- Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur. 1695
- ای بسا ماهی در آب دوردست ** گشته از حرص گلو ماخوذ شست
- Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki ferciyle boğazının şomluğundan rüsvay olmuştur.
- ای بسا مستور در پرده بده ** شومی فرج و گلو رسوا شده
- Nice bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki boğazının yüzünden rüşvet almış, utanıp yüzü sararmıştır.
- ای بسا قاضی حبر نیکخو ** از گلو و رشوتی او زردرو