English    Türkçe    فارسی   

3
1816-1840

  • Gözyaşları, merhamete delildir, yürek yanmadıkça göz yaşaramaz, neden gözlerinde yaş yok, niçin ağlamıyorsun ya?” dedi.
  • چون گواه رحم اشک دیده‌هاست ** دیده‌ی تو بی نم و گریه چراست
  • Şeyh kadına yüz çevirip dedi ki. “Kocakarı, kış mevsimi, temmuz ayına benzemez.
  • رو به زن کرد و بگفتش ای عجوز ** خود نباشد فصل دی همچون تموز
  • İsterse hepsi ölsün, isterse diri kalsın… Gönül gözünden kaybolmuyorlar ki!
  • جمله گر مردند ایشان گر حی‌اند ** غایب و پنهان ز چشم دل کی‌اند
  • Onları gözümün önünde görüp dururken neden senin gibi yüzümü yırtayım?
  • من چو بینمشان معین پیش خویش ** از چه رو رو را کنم همچون تو ریش
  • Zamanın devranından çıktılar… Çıktılar ama onlar yine benimle beraber, etrafımda oynayıp duruyorlar! 1820
  • گرچه بیرون‌اند از دور زمان ** با من‌اند و گرد من بازی‌کنان
  • Ağlayış ya elemden olur, ya ayrılıktan. Hâlbuki ben aziz sevgililerimle vuslattayım, koşuşup duruyorum.
  • گریه از هجران بود یا از فراق ** با عزیزانم وصالست و عناق
  • Halk onları rüyada görür, bense uyanıkken onları apaşikâr görüyorum.
  • خلق اندر خواب می‌بینندشان ** من به بیداری همی‌بینم عیان
  • Bu cihandan kendimi gizledim mi, duygu yaprağını varlık ağacından silktim mi onlarla beraberim.
  • زین جهان خود را دمی پنهان کنم ** برگ حس را از درخت افشان کنم
  • Kadınım, duygu akla esirdir, fakat bil ki akılda ruhun esiridir.
  • حس اسیر عقل باشد ای فلان ** عقل اسیر روح باشد هم بدان
  • Can, aklın bağlı olan ellerini çözdü mü haline imkân bulunmayan işleri de yapar, düzer. 1825
  • دست بسته‌ی عقل را جان باز کرد ** کارهای بسته را هم ساز کرد
  • Duygularla düşünceler, duru suyun yüzünü çer çöp gibi kaplamıştır.
  • حسها و اندیشه بر آب صفا ** همچو خس بگرفته روی آب را
  • Aklın eli, onları bir tarafa atar, su meydana çıkar.
  • دست عقل آن خس به یکسو می‌برد ** آب پیدا می‌شود پیش خرد
  • Çerçöp habbeler gibi suyun yüzünü örter. Fakat bunlar bir tarafa sürüldü mü su görünür.
  • خس بس انبه بود بر جو چون حباب ** خس چو یکسو رفت پیدا گشت آب
  • Allah, aklın elini açmadıkça hava, suyumuzun yüzünü çerçöple, süprüntüyle doldurur.
  • چونک دست عقل نگشاید خدا ** خس فزاید از هوا بر آب ما
  • Suyu daima örter; hava buna güler; akılsa ağlar durur. 1830
  • آب را هر دم کند پوشیده او ** آن هوا خندان و گریان عقل تو
  • Allah korkusu, havanın ellerini bağlarsa Hakk aklın ellerini çözer.
  • چونک تقوی بست دو دست هوا ** حق گشاید هر دو دست عقل را
  • Hizmetkârın âkil olursa sana galip olan duygularda mahkûmun olur.
  • پس حواس چیره محکوم تو شد ** چون خرد سالار و مخدوم تو شد
  • Gayba mensup sırlar, can âleminden zuhur etsin diye duyguları zahirî olmayan bir uykuya daldırır da,
  • حس را بی‌خواب خواب اندر کند ** تا که غیبیها ز جان سر بر زند
  • İnsan uyanıkken rüyalar da görür, insana gök kapıları da açılır.
  • هم به بیداری ببینی خوابها ** هم ز گردون بر گشاید بابها
  • Kör Şeyhin Kur’an’ı yüzünden okuması ve Kur’an okurken gözlerinin görmesi
  • قصه‌ی خواندن شیخ ضریر مصحف را در رو و بینا شدن وقت قرائت
  • Yoksul şeyhin biri, bir vakitler kör bir pirin evinde bir mushaf gördü. 1835
  • دید در ایام آن شیخ فقیر ** مصحفی در خانه‌ی پیری ضریر
  • Temmuz ayı idi, ona mihman olmuştu: O iki zâhit, birkaç gün bir araya gelmişlerdi.
  • پیش او مهمان شد او وقت تموز ** هر دو زاهد جمع گشته چند روز
  • Kendi kendisine “Burada mushafın ne işi var? Bu adam kör” dedi.
  • گفت اینجا ای عجب مصحف چراست ** چونک نابیناست این درویش راست
  • Bu düşünceye düştü, huzuru kaçtı; “Burada bu körden başka kimse de yok, bu ne iş?
  • اندرین اندیشه تشویشش فزود ** که جز او را نیست اینجا باش و بود
  • Burada yalnız o var, bir de buraya mushaf koymuş. Ben ne bunağım, ne sersem…
  • اوست تنها مصحفی آویخته ** من نیم گستاخ یا آمیخته
  • Onun için hiçbir şey sormayayım, sabredeyim de sabırla muradıma erişeyim” dedi. 1840
  • تا بپرسم نه خمش صبری کنم ** تا به صبری بر مرادی بر زنم