English    Türkçe    فارسی   

3
2323-2347

  • Dua ile ele bir şey geçseydi kör dilenciler de yücelirler, bey kesilirlerdi.
  • گر چنین بودی گدایان ضریر ** محتشم گشته بدندی و امیر
  • Onlar da gece gündüz dua ediyorlar, Yarabbi bize para ver, mal, mülk ver diyorlar.
  • روز و شب اندر دعااند و ثنا ** لابه‌گویان که تو ده‌مان ای خدا
  • Sen vermezsen kimsecikler bir şey vermez. Ey kapalı kapıları açan Allah, bize ihsan kapısını da sen aç derler. 2325
  • تا تو ندهی هیچ کس ندهد یقین ** ای گشاینده تو بگشا بند این
  • Fakat körlerin çalışıp çabalaması yalnız dua ve feryat… Bir dilim ekmekten başka ellerine bir şey geçmez” dedi.
  • مکسب کوران بود لابه و دعا ** جز لب نانی نیابند از عطا
  • Halk, “Bu Müslüman doğru söylüyor. Bu dua satan, zalim bir adam.
  • خلق گفتند این مسلمان راست‌گوست ** وین فروشنده‌ی دعاها ظلم‌جوست
  • Hiç dua, bir şeye sahip olmaya sebep midir? Bu, şeraitte görülmüş bir şey mi?
  • این دعا کی باشد از اسباب ملک ** کی کشید این را شریعت خود بسلک
  • Ya paranla alarak bir mala sahip olursun, ya birisi sana bir şey bağışlar yahut vasiyet eder yahut da gönlünden kopar, sana verir. Bu çeşit bir şey olmadıkça bir şeye sahip olamazsın ki.
  • بیع و بخشش یا وصیت یا عطا ** یا ز جنس این شود ملکی ترا
  • Bu yeni şeriat hangi kitapta. Sen ya o öküzü ver, ya hapse git” demekteydi. 2330
  • در کدامین دفترست این شرع نو ** گاو را تو باز ده یا حبس رو
  • Adam, yüzünü göğe tutarak dedi ki: “Yarabbi, benim halimi senden başka kimsecikler bilmez.
  • او به سوی آسمان می‌کرد رو ** واقعه‌ی ما را نداند غیر تو
  • Gönlüme o duayı sen ilham ettin, gönlümde yüzlerce ümit belirttin.
  • در دل من آن دعا انداختی ** صد امید اندر دلم افراختی
  • Lâf olsun diye dua etmedim ya… Yusuf gibi rüyalar görmüştüm.”
  • من نمی‌کردم گزافه آن دعا ** همچو یوسف دیده بودم خوابها
  • Yusuf, güneşle yıldızların, huzurunda kullar gibi secde ettiklerini gördü.
  • دید یوسف آفتاب و اختران ** پیش او سجده‌کنان چون چاکران
  • O rüyaya adamakıllı inandı, kuyuda da ondan başka bir şey ummuyordu, zindanda da. 2335
  • اعتمادش بود بر خواب درست ** در چه و زندان جز آن را می‌نجست
  • Ona dayanmakta, onu beklemekteydi. Ondan başka ne kulluktan derdi vardı, ne az çok kınanmaktan!
  • ز اعتماد او نبودش هیچ غم ** از غلامی وز ملام و بیش و کم
  • Rüyası, mum gibi gözünün önünde yanmakta, onu aydınlatıp durmaktaydı; rüyasına güveniyordu.
  • اعتمادی داشت او بر خواب خویش ** که چو شمعی می‌فروزیدش ز پیش
  • Yusuf’u kuyuya attıkları zaman Allah’tan kulağına şu ses gelmişti:
  • چون در افکندند یوسف را به چاه ** بانگ آمد سمع او را از اله
  • Ey yiğit, sen bir gün padişah olacaksın. O vakit seni kıyanların sözlerini, yüzlerine vurursun.
  • که تو روزی شه شوی ای پهلوان ** تا بمالی این جفا در رویشان
  • Bunu seslenen görünmüyordu ama gönül, söyleyenin eserini tanıyordu. 2340
  • قایل این بانگ ناید در نظر ** لیک دل بشناخت قایل را ز اثر
  • O sesten cana bir kuvvet, bir rahat, bir huzur geliyordu.
  • قوتی و راحتی و مسندی ** در میان جان فتادش زان ندا
  • İbrahim’e ateş nasıl bir gül bahçesi olmuşsa o ses yüzünden kuyu da Yusuf’a gül bahçesi kesilmişti.
  • چاه شد بر وی بدان بانگ جلیل ** گلشن و بزمی چو آتش بر خلیل
  • Gayri ne cefa geldiyse o kuvvetle tahammül etti. Neşeyle çekti.
  • هر جفا که بعد از آنش می‌رسید ** او بدان قوت بشادی می‌کشید
  • Nitekim Elest sesinin zevki de her müminin gönlünde tâ mahşere kadar sürer gider.
  • همچنانک ذوق آن بانگ الست ** در دل هر مومنی تا حشر هست
  • Bu yüzden müminler, ne belâya itiraz ederler, ne Hakk’ın emir ve nehyinden sıkılırlar. 2345
  • تا نباشد در بلاشان اعتراض ** نه ز امر و نهی حقشان انقباض
  • Başkalarının ağzına acılık veren bir lokmaya benzeyen Allah hükmü, onlara gülbeşeker gelir, tatlı tatlı yerler, hazmederler.
  • لقمه‌ی حکمی که تلخی می‌نهد ** گلشکر آن را گوارش می‌دهد
  • Allah hükmünü kabul etmeyip inkâr eden, o lokmayı yese bile kusan kişiyle yaramaz.
  • گلشکر آن را که نبود مستند ** لقمه را ز انکار او قی می‌کند