- O ayıpları bilen Allah duamı kabul etti, buna şükrane olsun diye öküzü kestim”
- کشتم آن را تا دهم در شکر آن ** که دعای من شنود آن غیبدان
- Davud Aleyhisselâm’ın, öküzü kesenin haksız olduğuna hükmetmesi
- حکم کردن داود علیه السلام برکشندهی گاو
- Davut, “Bu sözlerden el yıka, dâvana şer’i delil getir.
- گفت داود این سخنها را بشو ** حجت شرعی درین دعوی بگو
- Reva görür müsün delilsiz bir hüküm vereyim de bu şehirde bâtıl bir sünnet koyayım, kötü bir âdet bırakayım, 2390
- تو روا داری که من بی حجتی ** بنهم اندر شهر باطل سنتی
- Bunu sana kim bağışladı? Satın mı aldın, mirasa mı kondun? Ekine nasıl sahip olabilirsin, sen mi ektin? Ektinse senindir.
- این کی بخشیدت خریدی وارثی ** ریع را چون میستانی حارثی
- Kazanmakta ekin ekmeye benzer. Ekmedikçe ona sahip olmaya hakkın yoktur.
- کسب را همچون زراعت دان عمو ** تا نکاری دخل نبود آن تو
- Ektinse ektiğini biçersin, o senindir. Yoksa zulmettiğin, haksız olduğun kat’iyetle anlaşılır.
- آنچ کاری بدروی آن آن تست ** ورنه این بیداد بر تو شد درست
- Yürü, eğri büğrü söylenme, bu Müslümanın malını ver. Paran yoksa borç al, ver; beyhude konuşma!” dedi.
- رو بده مال مسلمان کژ مگو ** رو بجو وام و بده باطل مجو
- Adam, “Padişahım, sitemkârlar ne söylüyorlarsa sen de tıpkı onu söylüyorsun bana” deyip 2395
- گفت ای شه تو همین میگوییم ** که همیگویند اصحاب ستم
- Adamın, Davut Aleyhisselâm’ın hükmünden feryada gelmesi
- تضرع آن شخص از داوری داود علیه السلام
- Secde ederek dedi ki. “Ey benim yanıp yakıldığımı gören Allah’ım, Davud’un gönlüne de o nuru ver.
- سجده کرد و گفت کای دانای سوز ** در دل داود انداز آن فروز
- Gönlüme saldığın ziyayı onun gönlüne da sal ey ihsan sahibi Rabbim.”
- در دلش نه آنچ تو اندر دلم ** اندر افکندی براز ای مفضلم
- Bu sözleri söyledikten sonra hayhayla ağlamaya başladı. Öyle bir ağlayış ağladı ki Davud’un gönlü yerinden oynadı.
- این بگفت و گریه در شد های های ** تا دل داود بیرون شد ز جای
- “Ey öküzü dâva eden, bugün bana mühlet ver, bu dâvanın görülmesinde ısrar etme.
- گفت هین امروز ای خواهان گاو ** مهلتم ده وین دعاوی را مکاو
- Halvete gidip namaz kılayım da bu ahvali, bir de sırları bilen Allah’tan sorayım. 2400
- تا روم من سوی خلوت در نماز ** پرسم این احوال از دانای راز
- Namazda Rabbime bağlanırım, “ namaz gözümün nurudur” sırrı zuhur eder, bu benim huyumdur.
- خوی دارم در نماز این التفات ** معنی قرة عینی فی الصلوة
- Can pencerem zevk ve şevkle açıktır. Allah’ın lütfu oraya vasıtasız gelir.
- روزن جانم گشادست از صفا ** میرسد بی واسطه نامهی خدا
- Allah’ın lütfu, rahmeti, nuru madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evime girer.
- نامه و باران و نور از روزنم ** میفتد در خانهام از معدنم
- Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul, dinin aslı pencere açmıştır.
- دوزخست آن خانه کان بی روزنست ** اصل دین ای بنده روزن کردنست
- Her ormanı öyle pek baltalama. Pencere açmak için balta vur. 2405
- تیشهی هر بیشهای کم زن بیا ** تیشه زن در کندن روزن هلا
- Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru hicaplardan hariç olan hakikat güneşinin aksinden ibaret.
- یا نمیدانی که نور آفتاب ** عکس خورشید برونست از حجاب
- Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde benim Âdem’e “Kerremna” demem nedir?
- نور این دانی که حیوان دید هم ** پس چه کرمنا بود بر آدمم
- Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
- من چو خورشیدم درون نور غرق ** میندانم کرد خویش از نور فرق
- O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
- رفتنم سوی نماز و آن خلا ** بهر تعلیمست ره مر خلق را
- Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.” 2410
- کژ نهم تا راست گردد این جهان ** حرب خدعه این بود ای پهلوان
- İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
- نیست دستوری و گر نه ریختی ** گرد از دریای راز انگیختی
- Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya kalkışmaktayken,
- همچنین داود میگفت این نسق ** خواست گشتن عقل خلقان محترق