English    Türkçe    فارسی   

3
2688-2712

  • Nâz-u naimle avlanan nice aziz kişiler vardır ki sana av olsalar sence bayağı görünürler.
  • بس عزیزی که بناز اشکار شد ** چون شکارت شد بر تو خوار شد
  • Bir akıl, gararsız, maksatsız başka bir akılla bağdaşırsa sevgi, gün gittikçe artar.
  • آشنایی عقل با عقل از صفا ** چون شود هر دم فزون باشد ولا
  • Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz olarak bil ki bu dostluk, zaman geçtikçe azalır. 2690
  • آشنایی نفس با هر نفس پست ** تو یقین می‌دان که دم دم کمترست
  • Çünkü nefsin daima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır… Dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar!
  • زانک نفسش گرد علت می‌تند ** معرفت را زود فاسد می‌کند
  • Yarın dostunun senden nefret etmesini istemiyorsan bir akıllıysa dost ol, akla yâr ol!
  • گر نخواهی دوست را فردا نفیر ** دوستی با عاقل و با عقل گیر
  • Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa tutulmuşsan eline ne alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet olur, onu da berbat edersin!
  • از سموم نفس چون با علتی ** هر چه گیری تو مرض را آلتی
  • Eline mücevher alsan, taş olur, gönül sevgisine yapışsan savaş olur.
  • گر بگیری گوهری سنگی شود ** ور بگیری مهر دل جنگی شود
  • Kimse tarafından söylenmemiş, kimse tarafından dokunulmamış bâkir ve lâtif ir nükte duysan anlayınca sence zevksiz ve kötü bir hal alır. 2695
  • ور بگیری نکته‌ی بکری لطیف ** بعد درکت گشت بی‌ذوق و کثیف
  • Ben bunu çok duydum, dinledim… Eskidi bu artık. Ey yiğit, sen, bundan başka bir şey söyle dersin.
  • که من این را بس شنیدم کهنه شد ** چیز دیگر گو بجز آن ای عضد
  • Hatta yepyeni ve söylenmemiş bir nükte duyduğunu farz et, yarın ona da doyar, ondan da nefret edersin.
  • چیز دیگر تازه و نو گفته گیر ** باز فردا زان شوی سیر و نفیر
  • Sen sendeki illeti gider… İllet geçti mi, sence her eskimiş, söylenmiş söz, yeni olur.
  • دفع علت کن چو علت خو شود ** هرحدیثی کهنه پیشت نو شود
  • O eski söz, yepyeni dallar, budaklar verir, yüzlerce meyve hevenkleri bitirir, yetiştirir!
  • تا که از کهنه برآرد برگ نو ** بشکفاند کهنه صد خوشه ز گو
  • Biz böyle hekimleriz, öyle Allah şakirtleriyiz ki bahrimuhit bile bizi gördü de yarıldı. 2700
  • ما طبیبانیم شاگردان حق ** بحر قلزم دید ما را فانفلق
  • Biz başkayız; insanın hastalığını, nabzına bakarak anlayan hekimler başka!
  • آن طبیبان طبیعت دیگرند ** که به دل از راه نبضی بنگرند
  • Biz gönle vasıtasız bakarız, bizim görüşümüz, anlayışımız yüzünden pek yücedir.
  • ما به دل بی واسطه خوش بنگریم ** کز فراست ما به عالی منظریم
  • Onlar, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran kuvvetlendiren doktorlardır… hayvanî can, onların tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar.
  • آن طبیبان غذااند و ثمار ** جان حیوانی بدیشان استوار
  • Bizse iş ve söz doktorlarıyız. Bize ululuk nurunun ışığı ilham vermektedir.
  • ما طبیبان فعالیم و مقال ** ملهم ما پرتو نور جلال
  • Meselâ bu çeşit bir iş sana faydalıdır, öbürünün yolunu keser. 2705
  • کین چنین فعلی ترا نافع بود ** و آنچنان فعلی ز ره قاطع بود
  • Bu çeşit bir söz sana faydalıdır, başka çeşit bir sözse seni yaralar!
  • اینچنین قولی ترا پیش آورد ** و آنچنان قولی ترا نیش آورد
  • O doktorlar, hastanın sidiğine bakar, hastalığını öyle anlar… Bizim delilimizse ulu Allah’ın vahyidir, hastalığı vahiyle anlarız.
  • آن طبیبان را بود بولی دلیل ** وین دلیل ما بود وحی جلیل
  • Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz, noksanlardan ari olan Allah’tan gelir.
  • دست‌مزدی می نخواهیم از کسی ** دست‌مزد ما رسد از حق بسی
  • İlleti unulmaz hastalara sâlâ, ilâcımız, hastalara birebirdir.
  • هین صلا بیماری ناسور را ** داروی ما یک بیک رنجور را
  • Peygamberlerden mucize istemeleri
  • معجزه خواستن قوم از پیغامبران
  • Sebâlılar, “Ey dâvaya girişenler, doktorluğu bildiğinize, bize fayda vereceğinize deliliniz nerede, 2710
  • قوم گفتند ای گروه مدعی ** کو گواه علم طب و نافعی
  • Siz de bizim gibi uyku uyumakta, siz de bizim gibi yemek yemektesiniz. Köylerde, şehirlerde bizim gibi oturup duruyorsunuz.
  • چون شما بسته همین خواب و خورید ** همچو ما باشید در ده می‌چرید
  • Bu su, toprak tuzağındayken nasıl olur da gönül simurgunu avlayabilirsiniz?
  • چون شما در دام این آب و گلید ** کی شما صیاد سیمرغ دلید