- Güneşe düşmanlık eden şu azara uğrar: Ey güneşin güneşine düşman olan,
- با عدو آفتاب این بد عتاب ** ای عدو آفتاب آفتاب
- Sen öyle bir güneşe düşmansın ki onun ışığından güneş de titremektedir, yıldız da!
- ای عدو آفتابی کز فرش ** میبلرزد آفتاب و اخترش
- Sen, onun düşmanı değilsin, kendinin düşmanısın. Sen odun olsan ateşe ne gam, o ne yapsın? 3630
- تو عدو او نهای خصم خودی ** چه غم آتش را که تو هیزم شدی
- Ne şaşılacak şey… Hiç senin yanışınla onun ışığı, onun harareti azalır mı? Yahut da hiç sen yanıp yakılıyorsun diye gamlanır mı?
- ای عجب از سوزشت او کم شود ** یا ز درد سوزشت پر غم شود
- Onun merhameti, insanın merhametine benzemez. Çünkü insanın acımasında bir dert, bir elem vardır.
- رحمتش نه رحمت آدم بود ** که مزاج رحم آدم غم بود
- Mahlûkun acıması elemle karışıktır. Allah’ın rahmetiyle dertten de paktır, elemden de.
- رحمت مخلوق باشد غصهناک ** رحمت حق از غم و غصهست پاک
- Babam, Allah rahmetini şöyle bil: O rahmet, vehme bile sığmaz, yalnız eseri görünür.
- رحمت بیچون چنین دان ای پدر ** ناید اندر وهم از وی جز اثر
- Bir şeyi misal ve taklitle bilmekle o şeyin hakikatini bilmek arasındaki fark
- فرق میان دانستن چیزی به مثال و تقلید و میان دانستن ماهیت آن چیز
- Onun rahmet eserleriyle rahmet meyveleri meydandadır. Fakat onun mahiyetini ondan başka kim bilebilir? 3635
- ظاهرست آثار و میوهی رحمتش ** لیک کی داند جز او ماهیتش
- Kemal vasıflarının mahiyetleri, yalnız eser ve misalleriyle bilinir. Bundan başka bir tarzda kimsecikler bilemez.
- هیچ ماهیات اوصاف کمال ** کس نداند جز بثار و مثال
- Çocuk çiftleşmenin mahiyetini bilemez ki… Helva, yok mu? İşte onun gibi lezzetlidir dersen o başka.
- طفل ماهیت نداند طمث را ** جز که گویی هست چون حلوا ترا
- Fakat ey taklide yapışmış adam, çiftleşmede ki lezzet, helvada ki lezzete benzer mi? O nerede, bu nerede?
- کی بود ماهیت ذوق جماع ** مثل ماهیات حلوا ای مطاع
- Fakat sen çocuk gibisin de o akıllı adam, sana güzellikle o misali getirdi.
- لیک نسبت کرد از روی خوشی ** با تو آن عاقل چو تو کودکوشی
- Çocuk da işin mahiyet ve hakikatini bilmese bile misalle anlar hiç olmazsa. 3640
- تا بداند کودک آن را از مثال ** گر نداند ماهیت یا عین حال
- Bu misalden sonra ben, bunu biliyorum desen yanlış olmaz, doğrudur… Fakat bilmiyorum desen sözün yine yalan ve uydurma olmaz.
- پس اگر گویی بدانم دور نیست ** ور ندانم گفت کذب و زور نیست
- Birisi “Nuh’u o Allah elçisini, o ruh nurunu biliyor musun?” dese,
- گر کسی گوید که دانی نوح را ** آن رسول حق و نور روح را
- Sen de “Nasıl bilmem o ay yüzlüyü? Güneşten de meşhurdur, aydan da.
- گر بگویی چون ندانم کان قمر ** هست از خورشید و مه مشهورتر
- Küçücük çocuklar bile onu Tarih kitaplarında okuyorlar… Hocalar, bütün mihraplarda söylüyorlar.
- کودکان خرد در کتابها ** و آن امامان جمله در محرابها
- Kuran’da adı açıkça okunuyor. Geçmiş zamanlarda ki macerası fasih bir surette anlatılıyor” desen. 3645
- نام او خوانند در قرآن صریح ** قصهاش گویند از ماضی فصیح
- Doğru söylüyorsun, sana Nuh’un mahiyeti keşfedilmediyse de onu sana söylediler, övdüler: Sen de naklediyor, onu övüyorsun.
- راستگو دانیش تو از روی وصف ** گرچه ماهیت نشد از نوح کشف
- Fakat desen ki: “Ben Nuh’u ne bileyim? A yiğit, onu onun gibi bir er bilir.
- ور بگویی من چه دانم نوح را ** همچو اویی داند او را ای فتی
- Ben topal bir karıncayım, fili ne bileyim? Bir sivrisinek, İsrafil’i nereden bilecek?
- مور لنگم من چه دانم فیل را ** پشهای کی داند اسرافیل را
- Bu söz de doğru… Çünkü mahiyet bakımından Nuh’u bilmezsin ki.
- این سخن هم راستست از روی آن ** که بماهیت ندانیش ای فلان
- Mahiyetleri anlamaktan âciz olmak, halkın halidir ama bu sözü istisnasız söyleme. 3650
- عجز از ادراک ماهیت عمو ** حالت عامه بود مطلق مگو
- Çünkü mahiyetlerle onların sırrının sırrı, kâmillerin gözü önünde apaçıktır.
- زانک ماهیات و سر سر آن ** پیش چشم کاملان باشد عیان
- Varlık âleminde Allah’ın sırrından Allah’ın zatından daha ziyade anlayıştan uzak ve bir görüşe sığmaz ne var?
- در وجود از سر حق و ذات او ** دورتر از فهم و استبصار کو