- Fakat ey taklide yapışmış adam, çiftleşmede ki lezzet, helvada ki lezzete benzer mi? O nerede, bu nerede?
- کی بود ماهیت ذوق جماع ** مثل ماهیات حلوا ای مطاع
- Fakat sen çocuk gibisin de o akıllı adam, sana güzellikle o misali getirdi.
- لیک نسبت کرد از روی خوشی ** با تو آن عاقل چو تو کودکوشی
- Çocuk da işin mahiyet ve hakikatini bilmese bile misalle anlar hiç olmazsa. 3640
- تا بداند کودک آن را از مثال ** گر نداند ماهیت یا عین حال
- Bu misalden sonra ben, bunu biliyorum desen yanlış olmaz, doğrudur… Fakat bilmiyorum desen sözün yine yalan ve uydurma olmaz.
- پس اگر گویی بدانم دور نیست ** ور ندانم گفت کذب و زور نیست
- Birisi “Nuh’u o Allah elçisini, o ruh nurunu biliyor musun?” dese,
- گر کسی گوید که دانی نوح را ** آن رسول حق و نور روح را
- Sen de “Nasıl bilmem o ay yüzlüyü? Güneşten de meşhurdur, aydan da.
- گر بگویی چون ندانم کان قمر ** هست از خورشید و مه مشهورتر
- Küçücük çocuklar bile onu Tarih kitaplarında okuyorlar… Hocalar, bütün mihraplarda söylüyorlar.
- کودکان خرد در کتابها ** و آن امامان جمله در محرابها
- Kuran’da adı açıkça okunuyor. Geçmiş zamanlarda ki macerası fasih bir surette anlatılıyor” desen. 3645
- نام او خوانند در قرآن صریح ** قصهاش گویند از ماضی فصیح
- Doğru söylüyorsun, sana Nuh’un mahiyeti keşfedilmediyse de onu sana söylediler, övdüler: Sen de naklediyor, onu övüyorsun.
- راستگو دانیش تو از روی وصف ** گرچه ماهیت نشد از نوح کشف
- Fakat desen ki: “Ben Nuh’u ne bileyim? A yiğit, onu onun gibi bir er bilir.
- ور بگویی من چه دانم نوح را ** همچو اویی داند او را ای فتی
- Ben topal bir karıncayım, fili ne bileyim? Bir sivrisinek, İsrafil’i nereden bilecek?
- مور لنگم من چه دانم فیل را ** پشهای کی داند اسرافیل را
- Bu söz de doğru… Çünkü mahiyet bakımından Nuh’u bilmezsin ki.
- این سخن هم راستست از روی آن ** که بماهیت ندانیش ای فلان
- Mahiyetleri anlamaktan âciz olmak, halkın halidir ama bu sözü istisnasız söyleme. 3650
- عجز از ادراک ماهیت عمو ** حالت عامه بود مطلق مگو
- Çünkü mahiyetlerle onların sırrının sırrı, kâmillerin gözü önünde apaçıktır.
- زانک ماهیات و سر سر آن ** پیش چشم کاملان باشد عیان
- Varlık âleminde Allah’ın sırrından Allah’ın zatından daha ziyade anlayıştan uzak ve bir görüşe sığmaz ne var?
- در وجود از سر حق و ذات او ** دورتر از فهم و استبصار کو
- O bile mahremlerden gizli kalmazsa artık bir şeyin mahiyeti bir şeyin vasfı nedir ki gizli kalsın?
- چونک آن مخفی نماند از محرمان ** ذات و وصفی چیست کان ماند نهان
- Akıl, bir bahiste bu olmayacak şey, akıldan uzak tevile sığmaz, olmayacak şeyi dinleme der.
- عقل بحثی گوید این دورست و گو ** بی ز تاویل محالی کم شنو
- Kutup da, sana der ki “A düşkün, anlayışından üstün gördüğün şeylere olmayacak şey diyorsun. 3655
- قطب گوید مر ترا ای سستحال ** آنچ فوق حال تست آید محال
- Şimdi sana keşf olan vakalar da sana evvelce olmayacak şeyler görünmüyor muydu?
- واقعاتی که کنونت بر گشود ** نه که اول هم محالت مینمود
- Allah, keremiyle seni on tane zindandan kurtarmışken bu Tih ovasını kendine sitem hapishanesi yapma!”
- چون رهانیدت ز ده زندان کرم ** تیه را بر خود مکن حبس ستم
- Nisbet ve zâhiri ihtilâf yüzünden bir şeyde hem nefiy, hem de ispatın birleşmesi
- جمع و توفیق میان نفی و اثبات یک چیز از روی نسبت و اختلاف جهت
- Bir şeyin hem nefyedilmesi caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır, nispet de iki türlü olabilir.
- نفی آن یک چیز و اثباتش رواست ** چون جهت شد مختلف نسبت دوتاست
- Allah’ın “O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki… Allah attı” demesinde hem hem nefiy vardır, hem ispat ve ikisi de yerindedir.
- ما رمیت اذ رمیت از نسبتست ** نفی و اثباتست و هر دو مثبتست
- Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi. Fakat sen atmadın, çünkü o atış kuvvetini Allah izhar etti. 3660
- آن تو افکندی چو بر دست تو بود ** تو نه افکندی که قوت حق نمود
- İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi, bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?
- زور آدمزاد را حدی بود ** مشت خاک اشکست لشکر کی شود
- Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
- مشت مشت تست و افکندن ز ماست ** زین دو نسبت نفی و اثباتش رواست