- Bir akıllı kişi, çocuğa dedi ki: “Def çalıp durma. O esrik deve, zaten davul taşıyan deve… o sese alışmış.
- عاقلی گفتش مزن طبلک که او ** پختهی طبلست با آنشست خو
- A çocuk senin bu defceğizin ona vız gelir. O, bu defin yirmisi kadar olan koskocaman nöbet davulunu taşıyor!
- پیش او چه بود تبوراک تو طفل ** که کشد او طبل سلطان بیست کفل
- Ben de Lâ kılıcıyla kurban olmuş bir âşığım. Canım, belâ davulunun nöbet vurulduğu yer!
- عاشقم من کشتهی قربان لا ** جان من نوبتگه طبل بلا
- Sizin bu tehditleriniz yok mu? Bu gözlerin gördüğü şeylere karşı ancak bir defceğizin gümbürtüsünden ibaret!
- خود تبوراکست این تهدیدها ** پیش آنچ دیده است این دیدها
- Erler, ben, hayallere kapılıp bu yolda duracaklardan değilim. 4100
- ای حریفان من از آنها نیستم ** کز خیالاتی درین ره بیستم
- Ben, İsmail Peygambere mensup olanlardanım, öldürülmeden çekinmem yok… Hatta İsmail gibi başından geçmiş bir adamım ben!
- من چو اسماعیلیانم بیحذر ** بل چو اسمعیل آزادم ز سر
- Gösterişlerden de geçmişim, riyadan da “Söyle geliniz” emri canıma gel demiştir.
- فارغم از طمطراق و از ریا ** قل تعالوا گفت جانم را بیا
- Peygamber dedi ki: İhsan edilen şeye verilecek karşılığı iyice bilen bu dünyada ihsanda bulunur.
- گفت پیغامبر که جاد فی السلف ** بالعطیه من تیقن بالخلف
- Verilen şeye verilecek yüzlerce karşılığı gören derhal cömertliğe ihsana başlar.
- هر که بیند مر عطا را صد عوض ** زود دربازد عطا را زین غرض
- Herkes, kâr elde etmek için malını vermek üzere pazara, çarşıya bağlanmıştır. 4105
- جمله در بازار از آن گشتند بند ** تا چو سود افتاد مال خود دهند
- Dağarcıktaki altın sahibi bir kâr elde etsin de onu yoksullara versin diye ısrarla oturmuş beklemektedir.
- زر در انبانها نشسته منتظر ** تا که سود آید ببذل آید مصر
- Satıcı, elindeki kumaşın fazla para ettiğini gördü mü ona olan aşkı soğuyuverir.
- چون ببیند کالهای در ربح بیش ** سرد گردد عشقش از کالای خویش
- Kumaşların fazla bir kâr getirdiğini görmez de o yüzden onlara ısınır, onları elden çıkarmaz.
- گرم زان ماندست با آن کو ندید ** کالههای خویش را ربح و مزید
- Bilgi, hüner ve sanatlarda böyledir. Bunlara sahip olanlar, bunlardan daha şerefli, daha üstün bir şey görmezler de o yüzden ehemmiyet verirler.
- همچنین علم و هنرها و حرف ** چون بدید افزون از آنها در شرف
- İnsan için candan iyi bir şey yoksa can azizdir. Fakat candan iyi bir şeye sahip oldu mu, canın adı hor, hakir olur gider. 4110
- تا به از جان نیست جان باشد عزیز ** چون به آمد نام جان شد چیز لیز
- Çocuğun canı, çocuk kaldıkça, büyümedikçe oyun için yapılan bebeciktir.
- لعبت مرده بود جان طفل را ** تا نگشت او در بزرگی طفلزا
- Bu düşünceler bu hayallenmeler de bebeciklerdir. Sen çocuk kaldıkça onlara ihtiyacın vardır.
- این تصور وین تخیل لعبتست ** تا تو طفلی پس بدانت حاجتست
- Fakat çocuk, çocukluktan kurtuldu da kemale erişti mi, adam oldu mu artık duygulardan da vazgeçer, düşüncelerden de, hayallerden de!
- چون ز طفلی رست جان شد در وصال ** فارغ از حس است و تصویر و خیال
- Mahrem yok ki açıkça söyleyeyim… Sükût ettim; Allah hakikate uygun olanı daha iyi bilir.
- نیست محرم تا بگویم بینفاق ** تن زدم والله اعلم بالوفاق
- Malla beden, hemencecik eriyip giden kardır. Fakat satılığa çıkarılınca onların alıcısı Allah’tır. 4115
- مال و تن برفاند ریزان فنا ** حق خریدارش که الله اشتری
- Bu kar, sana neden paradan daha iyi geliyor, bilir misin? Şüphedesin, yakinin yok da ondan.
- برفها زان از ثمن اولیستت ** که هیی در شک یقینی نیستت
- Behey aşağılık adam, bu sendeki zan, ne acayip zan ki yakin bahçesinde hiç uçmuyor.
- وین عجب ظنست در تو ای مهین ** که نمیپرد به بستان یقین
- Oğul, her şüphe, yakına susamıştır. Şüphe arttıkça yakına ulaşmak için daha ziyade çırpınır, kol kanat açar, uçmaya çalışır...
- هر گمان تشنهی یقینست ای پسر ** میزند اندر تزاید بال و پر
- İlim mertebesine ulaştı mı kanadı ayak kesilir, gayri uçmaya ihtiyacı kalmaz. Çünkü bilgisi yakın kokusunu almaya başlamıştır.
- چون رسد در علم پس پر پا شود ** مر یقین را علم او بویا شود
- Çünkü bu sınanmış yolda ilim yakından aşağıdır, şüphe yukarı. 4120
- زانک هست اندر طریق مفتتن ** علم کمتر از یقین و فوق ظن