English    Türkçe    فارسی   

3
4595-4619

  • Şu halde Allah’tan bir şey umarak, Allah’tan korkarak sevenler, taklit defterinden ders okumaktadırlar. 4595
  • پس محب حق باومید و بترس ** دفتر تقلید می‌خواند بدرس
  • Nerede Hakk’ı ancak hak için seven, garezlerden, maksatlardan ayrılmış âşık?
  • و آن محب حق ز بهر حق کجاست ** که ز اغراض و ز علتها جداست
  • Fakat ister öyle sevsin, ister böyle… Mademki Allah’ı diliyor, onu Hakk’a çeken yine Hakk’tır.
  • گر چنین و گر چنان چون طالبست ** جذب حق او را سوی حق جاذبست
  • Daima Allah’ın hayrına nail olayım diye Allah’ı seven de,
  • گر محب حق بود لغیره ** کی ینال دائما من خیره
  • Allah’tan başkasına gönül vermekten korkup ancak onu seven de.
  • یا محب حق بود لعینه ** لاسواه خائفا من بینه
  • Her ikisinin bu sevgisi, bu arayıp taraması da o âlemdendir… Bu gönül kaptırma, o dilberden. O güzelin güzelliğinden ileri gelmedir. 4600
  • هر دو را این جست و جوها زان سریست ** این گرفتاری دل زان دلبریست
  • Sevgilinin; âşığı âşığın bilmediği, ummadığı, aklına bile gelmediği halde kendisine çekişi… Bu çekiş yüzünden âşık, daima sevgiliyi arayıp durmakla beraber korkuyla karışık bir ümitsizliğe düşer, başka bir eseri belirmez
  • جذب معشوق عاشق را من حیث لا یعمله العاشق و لا یرجوه و لا یخطر بباله و لا یظهر من ذلک الجذب اثر فی العاشق الا الخوف الممزوج بالیاس مع دوام الطلب
  • Şimdi şuraya geldik: Eğer Sadr-ı Cihan o âşıkı gizlice çekmese, dilemese, istemeseydi.
  • آمدیم اینجا که در صدر جهان ** گر نبودی جذب آن عاشق نهان
  • O âşık, ayrılığa tahammül edemeyecek bir hale gelir, ona kavuşmak için tekrar koşa koşa yollara düşer miydi?
  • ناشکیباکی بدی او از فراق ** کی دوان باز آمدی سوی وثاق
  • Sevgililerin meyli gizlidir, örtülüdür… Fakat âşığın meyli iki yüz davul zurnayla ilan edilir, o kadar meydandadır.
  • میل معشوقان نهانست و ستیر ** میل عاشق با دو صد طبل و نفیر
  • Burada ibret için bir hikâye söylemek var ama Buhara’lı âşık beklemekten âciz oldu.
  • یک حکایت هست اینجا ز اعتبار ** لیک عاجز شد بخاری ز انتظار
  • Sevgilisini arayıp duruyor, ölmeden kavuşsun, yüzünü görsün diye söylemekten vazgeçtik. 4605
  • ترک آن کردیم کو در جست و جوست ** تاکه پیش از مرگ بیند روی دوست
  • Ölümden kurtulsun, kurtuluşa erişsin… Çünkü sevgiliyi görmek, Âbıhayat içmektir.
  • تا رهد از مرگ تا یابد نجات ** زانک دید دوستست آب حیات
  • Görülmesi, ölümü gidermeyen sevgili, sevgili değildir. Onun ne meyvesi vardır, ne yaprağı!
  • هر که دید او نباشد دفع مرگ ** دوست نبود که نه میوه‌ستش نه برگ
  • Ey iştiyak çeken sarhoş, iş, o iştir ki sen o işteyken ölüm bile gelip çatsa sana hoş gelsin.
  • کار آن کارست ای مشتاق مست ** کاندر آن کار ار رسد مرگت خوشست
  • Delikanlı, iman doğruluğunun nişanesi, o sırada ölsen bile sana ölümün hoş gelmesidir.
  • شد نشان صدق ایمان ای جوان ** آنک آید خوش ترا مرگ اندر آن
  • Canım, imanın böyle değilse kâmil değildir demek… Yürü, dini tamamlamaya savaş! 4610
  • گر نشد ایمان تو ای جان چنین ** نیست کامل رو بجو اکمال دین
  • Hangi işe girişirsin de o işte sana ölüm bile hoş gelirse sevdiğin iş, işte o iştir.
  • هر که اندر کار تو شد مرگ‌دوست ** بر دل تو بی کراهت دوست اوست
  • Ölümün kötülüğümü gitti mi zaten artık o ölüm, değildir, ölümün bir suretidir, bir göçmeden ibarettir, o.
  • چون کراهت رفت آن خود مرگ نیست ** صورت مرگست و نقلان کردنیست
  • Ölümdeki kötülük gitti mi ölümde fayda var demektir. Gayri dosdoğru anlaşıldı ki ölüm geçti gitti!
  • چون کراهت رفت مردن نفع شد ** پس درست آید که مردن دفع شد
  • Sevgili dediğin bir Hak’tır, bir de Allah’ın “Sen benimsin, ben senin” dediği.
  • دوست حقست و کسی کش گفت او ** که توی آن من و من آن تو
  • Şimdi kulak ver de dinle: Aşk, âşığı liften örme ipliklerle bağlamış… Sürükleyip getirdi. 4615
  • گوش دار اکنون که عاشق می‌رسد ** بسته عشق او را به حبل من مسد
  • Sadr-ı Cihan’nın yüzünü görür görmez sanki can kuşu, bedeninden uçup gitti.
  • چون بدید او چهره‌ی صدر جهان ** گوییا پریدش از تن مرغ جان
  • Bedeni kuru bir ağaç gibi kalakaldı… Tepesinden tırnağına kadar buz kesildi!
  • همچو چوب خشک افتاد آن تنش ** سرد شد از فرق جان تا ناخنش
  • Yüzüne gül suları serptiler, yanında buhurlar yaktılar… Neler yaptılarsa faydasız… Kıpırdamadı, seslenmedi bile!
  • هرچه کردند از بخور و از گلاب ** نه بجنبید و نه آمد در خطاب
  • Padişah, onun safran gibi sararmış yüzünü görünce atından indi, yanına geldi.
  • شاه چون دید آن مزعفر روی او ** پس فرود آمد ز مرکب سوی او