English    Türkçe    فارسی   

3
488-512

  • Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
  • این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
  • Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
  • این بدین سو آن بدان سو می‌کشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
  • Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye. 490
  • این تردد عقبه‌ی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست
  • O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
  • بی‌تردد می‌رود در راه راست ** ره نمی‌دانی بجو گامش کجاست
  • Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
  • گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
  • Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere kadar varırsın.
  • زین روش بر اوج انور می‌روی ** ای برادر گر بر آذر می‌روی
  • Mademki “Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun var ne dalgadan, ne köpükten!
  • نه ز دریا ترس نه از موج و کف ** چون شنیدی تو خطاب لا تخف
  • Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir. 495
  • لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق
  • Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
  • خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصه‌ی آن کس را کش اینجا طوف نیست
  • Şehirlinin köye gitmesi
  • روان شدن خواجه به سوی ده
  • Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
  • خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
  • Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.
  • اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
  • Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye diye köye doğru yöneldiler.
  • شادمانان و شتابان سوی ده ** که بری خوردیم از ده مژده ده
  • “Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var. 500
  • مقصد ما را چراگاه خوشست ** یار ما آنجا کریم و دلکشست
  • Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
  • با هزاران آرزومان خوانده است ** بهر ما غرس کرم بنشانده است
  • Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
  • ما ذخیره‌ی ده زمستان دراز ** از بر او سوی شهر آریم باز
  • Hatta dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.
  • بلک باغ ایثار راه ما کند ** در میان جان خودمان جا کند
  • Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim” diyorlardı. Fakat akıl, içeriden içeri “Övünmeyin!”
  • عجلوا اصحابنا کی تربحوا ** عقل می‌گفت از درون لا تفرحوا
  • Allah faydasıyla faydalanın. Şüphe yok, Rabbim, sevinen, öğünen kişileri sevmez. 505
  • من رباح الله کونوا رابحین ** ان ربی لا یحب الفرحین
  • Allah’ın size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi işgal eden şey, sizi Hak’tan alıkor aldatır.
  • افرحوا هونا بما آتاکم ** کل آت مشغل الهاکم
  • Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!
  • شاد از وی شو مشو از غیر وی ** او بهارست و دگرها ماه دی
  • Ondan başka her şey, seni yavaş, yavaş helâke doğru götüren düşüncelerindir. İsterse sana taç, taht, mal, mülk olsun!
  • هر چه غیر اوست استدراج تست ** گرچه تخت و ملکتست و تاج تست
  • Gamdan sevin… Gam vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükseliştir.
  • شاد از غم شو که غم دام لقاست ** اندرین ره سوی پستی ارتقاست
  • Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden. Fakat bu söz, çocuklara nerden tesir edecek? 510
  • غم یکی گنجیست و رنج تو چو کان ** لیک کی در گیرد این در کودکان
  • Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa girişirler.
  • کودکان چون نام بازی بشنوند ** جمله با خر گور هم تگ می‌دوند
  • Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.
  • ای خران کور این سو دامهاست ** در کمین این سوی خون‌آشامهاست