English    Türkçe    فارسی   

3
695-719

  • Kendini öyle pek yol erlerinden sanma. Sen yol kesicilerin adamısın, herze yiyip durma! 695
  • خویش را از ره‌روان کمتر شمر ** تو حریف ره‌ریانی گه مخور
  • Sersemlikten uç, akla doğru koş. Mecazi akıl, göklere uçabilir mi hiç?
  • باز پر از شید سوی عقل تاز ** کی پرد بر آسمان پر مجاز
  • Kendini Allah âşıkı gösteriyorsun ama kapkara Şeytan’la aşkbazlık ediyorsun.
  • خویشتن را عاشق حق ساختی ** عشق با دیو سیاهی باختی
  • Kıyamet günü aâşıkla mâşuku birbirine bağlarlar da herkesin önüne çıkarıverirler.
  • عاشق و معشوق را در رستخیز ** دو بدو بندند و پیش آرند تیز
  • Sen kendini nasıl oluyor da ahmak, dalgın gösteriyorsun? Üzümün kanı nerede? Sen bizim kanımızı içmişsin!
  • تو چه خود را گیج و بی‌خود کرده‌ای ** خون رز کو خون ما را خورده‌ای
  • Yürü, benden uzaklaş hemen. Ben seni tanımıyorum. Kendini bilmeyen bir ârifim ben, köyün Behlûl’üyüm ben diyorsun ha! 700
  • رو که نشناسم ترا از من بجه ** عارف بی‌خویشم و بهلول ده
  • Allah yakınlığına eriştin de sanat, sanatkârdan ayrı olmaz sanıyorsun ha!
  • تو توهم می‌کنی از قرب حق ** که طبق‌گر دور نبود از طبق
  • Şunu olsun görmez misin? Allah velilerinin eriştikleri yakınlıkta yüzlerce keramet, yüzlerce iş güç var.
  • این نمی‌بینی که قرب اولیا ** صد کرامت دارد و کار و کیا
  • Meselâ demir, Davud’un elinde mum oluyor… Hâlbuki senin elinde mum, demir kesiliyor!
  • آهن از داوود مومی می‌شود ** موم در دستت چو آهن می‌بود
  • Yaratma ve rızık verme yakınlığında herkes müsavidir, bu sıfatlar herkeste var. Fakat bu ulular, Allah aşkının vahyi yakınlığına sahip olurlar.
  • قرب خلق و رزق بر جمله‌ست عام ** قرب وحی عشق دارند این کرام
  • Babacığım, yakınlık da çeşit, çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da! 705
  • قرب بر انواع باشد ای پدر ** می‌زند خورشید بر کهسار و زر
  • Fakat güneşin altına bir yakınlığı var ki söğüdün bundan haberi bile yok!
  • لیک قربی هست با زر شید را ** که از آن آگه نباشد بید را
  • Kuru dal da güneşe yakındır, yaş dal da. Güneş hiç ikisinden de gizlenir mi ki?
  • شاخ خشک و تر قریب آفتاب ** آفتاب از هر دو کی دارد حجاب
  • Fakat yaş taze dalın yakınlığı nerede? O daldan olgun meyveler devşirmede, olgun meyveler yemedesin.
  • لیک کو آن قربت شاخ طری ** که ثمار پخته از وی می‌خوری
  • Fakat bir de bak, kuru dal, güneşe yakınlığından kuruluktan başka ne bulabilir?
  • شاخ خشک از قربت آن آفتاب ** غیر زوتر خشک گشتن گو بیاب
  • Akıllı, aklın başına gelince pişman olacak bir sarhoşluğa düşme. 710
  • آنچنان مستی مباش ای بی‌خرد ** که به عقل آید پشیمانی خورد
  • O sarhoşlardan ol ki onlar şarap içmeye koyuldular mı olgun akıllar bile onlara hasret çeker.
  • بلک از آن مستان که چون می می‌خورند ** عقلهای پخته حسرت می‌برند
  • Ey kedi gibi kocalmış fareyi tutan, o şaraptan içmiş onunla gıdalanmışsan aslan tut aslan!
  • ای گرفته همچو گربه موش پیر ** گر از آن می شیرگیری شیر گیر
  • Ey hayale kapılıp aslı olmayan kadehten hayal şarabı içen, hakikat sarhoşları gibi sarhoşluk etme, o tarafa sarkıntılıkta bulunma!
  • ای بخورده از خیالی جام هیچ ** همچو مستان حقایق بر مپیچ
  • Sarhoş gibi şu yana, bu yana düşüp durmadasın ama sana bu tarafa yol yok, o tarafa yürü.
  • می‌فتی این سو و آن سو مست‌وار ** ای تو این سو نیستت زان سو گذار
  • O yana yol bulursan ondan sonra bazen bu tarafa salın, bazen o tarafta. 715
  • گر بدان سو راه یابی بعد از آن ** گه بدین سو گه بدان سو سر فشان
  • Tamamıyla bu tarafa mensupken o tarafta dem varma. Madem ölümün gelmemiş, yalan yere can çekişme.
  • جمله این سویی از آن سو کپ مزن ** چون نداری مرگ هرزه جان مکن
  • Fakat ebedî hayata erişen ve ecelden korkmayan Hızır canlı kişi, mahlûku tanımasa da caiz.
  • آن خضرجان کز اجل نهراسد او ** شاید ار مخلوق را نشناسد او
  • Damağını vehmin zevkiyle çeşnilendirir, varlık tulumuna üfürür, kendini havayla şişirip gururlanırsın ama,
  • کام از ذوق توهم خوش کنی ** در دمی در خیک خود پرش کنی
  • Bir iğneyle o yel kaçıp gider. Dilerim akıllı adam, bu çeşit semirmesin!
  • پس به یک سوزن تهی گردی ز باد ** این چنین فربه تن عاقل مباد