English    Türkçe    فارسی   

3
977-1001

  • Bir yılancı, afsunlarla yılan tutmak üzere dağlara yüz tuttu.
  • مارگیری رفت سوی کوهسار ** تا بگیرد او به افسونهاش مار
  • Arayan ister yavaş gitsin, ister hızlı, nihayet aradığını bulur.
  • گر گران و گر شتابنده بود ** آنک جویندست یابنده بود
  • İki elini de aramadan çekme. Arama, yolda en iyi bir kılavuzdur.
  • در طلب زن دایما تو هر دو دست ** که طلب در راه نیکو رهبرست
  • Topal olsan, sakat olsan bile, uyuklar gibi halde, hatta edepsizce sine de olsa ona doğru kımıldan, onu ara. 980
  • لنگ و لوک و خفته‌شکل و بی‌ادب ** سوی او می‌غیژ و او را می‌طلب
  • Gâh lâfla, gâh susarak, gâh şuraya, buraya boynunu uzatarak, o padişahın kokusunu almaya çalış.
  • گه بگفت و گه بخاموشی و گه ** بوی کردن گیر هر سو بوی شه
  • Yakup, oğullarına “Yusuf’un kokusunu haddinden fazla arayın” dedi.
  • گفت آن یعقوب با اولاد خویش ** جستن یوسف کنید از حد بیش
  • Siz de her duygunuzu istidatlı bir hâle getirin de her yanda adamakıllı onu araştırın.
  • هر حس خود را درین جستن بجد ** هر طرف رانید شکل مستعد
  • Allah, “Allah lütfundan meyus olmayın, ümit kesmeyin” dedi. Çocuğunu kaybetmiş Yakup gibi sen de bucak bucak yürü.
  • گفت از روح خدا لا تیاسوا ** همچو گم کرده پسر رو سو بسو
  • Onu ağzınla sorup soruşturun. Dört yana kulak verip onu araştırın! 985
  • از ره حس دهان پرسان شوید ** گوش را بر چار راه آن نهید
  • Nereden bir güzel koku alırsan koklayın. Ne taraftan o âşinanın kokusunu alırsanız o tarafa yürüyün!
  • هر کجا بوی خوش آید بو برید ** سوی آن سر کاشنای آن سرید
  • Nerede bir kişiden lütuf görürsen o adama mukayyet ol… Belki o lütfun aslına yol bulursun, olur ya!
  • هر کجا لطفی ببینی از کسی ** سوی اصل لطف ره یابی عسی
  • Bütün bu hoşluklar, ulu bir denizdendir. Sen cüzü bırak da külle dön.
  • این همه خوشها ز دریاییست ژرف ** جزو را بگذار و بر کل دار طرف
  • Halkın savaşları hep güzellik içindir, hep iyilik içindir. Fakat yoksulluk azığı yok mu, asıl saadet nişanesi odur.
  • جنگهای خلق بهر خوبیست ** برگ بی برگی نشان طوبیست
  • Halkın kızışları sulh içindir ama rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır, zahmetle rahata ulaşılır. 990
  • خشمهای خلق بهر آشتیست ** دام راحت دایما بی‌راحتیست
  • Her sille, okşamak içindir... Her şikâyet, insana şükretmeyi andırır.
  • هر زدن بهر نوازش را بود ** هر گله از شکر آگه می‌کند
  • Ey kerem sahibi, cüzden kül kokusunu al… Ey hakîm, zıttan zıddı istidlâl et!
  • بوی بر از جزو تا کل ای کریم ** بوی بر از ضد تا ضد ای حکیم
  • Doğrusu savaşlar, barışa sebep olur. Yılancı da kim için yılan aradı.
  • جنگها می آشتی آرد درست ** مار گیر از بهر یاری مار جست
  • İnsan, geçim için, rahatlık için yılan arar, gamdan kurtulmak için gam yiyip durur.
  • بهر یاری مار جوید آدمی ** غم خورد بهر حریف بی‌غمی
  • O da o karda, kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan arayıp durmaktaydı. 995
  • او همی‌جستی یکی ماری شگرف ** گرد کوهستان و در ایام برف
  • Derken bir dağda iri bir ölmüş yılan gördü. Şekli bile gönlünü dehşetle dolduruyordu.
  • اژدهایی مرده دید آنجا عظیم ** که دلش از شکل او شد پر ز بیم
  • Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü.
  • مارگیر اندر زمستان شدید ** مار می‌جست اژدهایی مرده دید
  • Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için yılan tutar. İşte sana halkın bilgisizliği!
  • مارگیر از بهر حیرانی خلق ** مار گیرد اینت نادانی خلق
  • İnsan, bir dağa benzer, dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur?
  • آدمی کوهیست چون مفتون شود ** کوه اندر مار حیران چون شود
  • Yoksul âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi, fazilet makamından gelip bu noksan âlemine düşüverdi. 1000
  • خویشتن نشناخت مسکین آدمی ** از فزونی آمد و شد در کمی
  • İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti!
  • خویشتن را آدمی ارزان فروخت ** بود اطلس خویش بر دلقی بدوخت