English    Türkçe    فارسی   

4
1070-1094

  • Müslümanlara deniz üstündeki köprü kesilir, sonra da Firavuna ejderha olurum! 1070
  • بر مسلمانان پل دریا شوم ** باز بر فرعون اژدها شوم
  • Oğul, yalnız bu asâyı görme... Allah elinde olmasa asâ, bu işleri yapamaz!
  • این عصا را ای پسر تنها مبین ** که عصا بی‌کف حق نبود چنین
  • Tufan dalgası da asâ kesildi... o dertte büyücülere tapanların şatafatlarını sömürüp yedi!
  • موج طوفان هم عصا بد کو ز درد ** طنطنه‌ی جادوپرستان را بخورد
  • Allah asâlarını saymaya kalkışsam şu Firavuna mensup olanların hilelerini yutarım ya...
  • گر عصاهای خدا را بشمرم ** زرق این فرعونیان را بر درم
  • Fakat bırak, bu zehirli tatlı otu birkaç günceğiz otlasınlar hele!
  • لیک زین شیرین گیای زهرمند ** ترک کن تا چند روزی می‌چرند
  • Firavun ’un mesnedi ve başlık, başbuğluk, olmasaydı cehennem nereden beslenecekti ki? 1075
  • گر نباشد جاه فرعون و سری ** از کجا یابد جهنم پروری
  • A kasap, önce semirt de sonra kes... Çünkü cehennemdeki köpekler azıksız!
  • فربهش کن آنگهش کش ای قصاب ** زانک بی‌برگ‌اند در دوزخ کلاب
  • Dünyada düşmanlar olmasaydı halktaki kızgınlık yatışır, geçer giderdi!
  • گر نبودی خصم و دشمن در جهان ** پس بمردی خشم اندر مردمان
  • Cehennem dediğin o kızgınlıktır... Düşmanlık gerek ki yaşasın. Yoksa merhamet, onu söndürüverirdi!
  • دوزخ آن خشمست خصمی بایدش ** تا زید ور نی رحیمی بکشدش
  • O vakit kahırsız ve kötülüksüz lütuf kalırdı; bu takdirde padişahlığın kemâli nasıl zahir olurdu ki?
  • پس بماندی لطف بی‌قهر و بدی ** پس کمال پادشاهی کی بدی
  • O münkirler, öğütçülerin sözlerine, getirdikleri misallere aldırış etmediler, onların sakallarına güldüler! 1080
  • ریش‌خندی کرده‌اند آن منکران ** بر مثلها و بیان ذاکران
  • İstersen sen de gül... Fakat a murdar, ne vakte dek yaşayacaksın, ne vakte dek?
  • تو اگر خواهی بکن هم ریش‌خند ** چند خواهی زیست ای مردار چند
  • Ey sevenler, niyaza başlayın, şad olun, bu kapıda yalvarın... Çünkü bu kapı, bugün açılacak!
  • شاد باشید ای محبان در نیاز ** بر همین در که شود امروز باز
  • Bahçede soğan, sarımsak vesaire gibi sebzelerin her birine ayrı bir evlek vardır.
  • هر حویجی باشدش کردی دگر ** در میان باغ از سیر و کبر
  • Her biri, kendi cinsiyledir, kendi evleğindedir... Yetişip olmak için orada rutubetten gıdalanır durur!
  • هر یکی با جنس خود در کرد خود ** از برای پختگی نم می‌خورد
  • Sen safran evleğisin, safran olur... Başka sebzelerle karışıp uzlaşma! 1085
  • تو که کرد زعفرانی زعفران ** باش و آمیزش مکن با دیگران
  • Ey safran, sudan gıdanı al da safran ol, zerdeye gir!
  • آب می‌خور زعفرانا تا رسی ** زعفرانی اندر آن حلوا رسی
  • Şalgam evleğine girip ağzını açma da onunla aynı tabiatta, aynı huya sahip olma!
  • در مکن در کرد شلغم پوز خویش ** که نگردد با تو او هم‌طبع و کیش
  • Sen bir evleğe konmuşsun, o bir evleğe... Çünkü “Allah’ın olan yeryüzü pek geniş!”
  • تو بکردی او بکردی مودعه ** زانک ارض الله آمد واسعه
  • Hele o yeryüzü yok mu? O kadar geniş ki sefere çıkan devler, periler bile orada kaybolmada!
  • خاصه آن ارضی که از پهناوری ** در سفر گم می‌شود دیو و پری
  • O denizde, o ovada, o dağlarda vehim ve hayal bile yol alamaz; kaybolur gider! 1090
  • اندر آن بحر و بیابان و جبال ** منقطع می‌گردد اوهام و خیال
  • Şu ova, o yeryüzündeki ovada uçsuz bucaksız denizdeki bir kara kıl gibi kalır!
  • این بیابان در بیابانهای او ** هم‌چو اندر بحر پر یک تای مو
  • Orada öyle durgun sular var ki akmaları gizlidir... Hepsi de akarsulardan daha taze, daha hoştur!
  • آب استاده که سیرستش نهان ** تازه‌تر خوشتر ز جوهای روان
  • İçten içe can ve ruh gibi gizli gizli akarlar, akıp giden ayakları vardır!
  • کو درون خویش چون جان و روان ** سیر پنهان دارد و پای روان
  • Dinleyen uyudu, sözü kısa kes ey hatip... Su üstüne yazı yazmayı bırak gayri!
  • مستمع خفتست کوته کن خطاب ** ای خطیب این نقش کم کن تو بر آب