English    Türkçe    فارسی   

4
1166-1190

  • Birkaç yıl sonra şair, yine yok yoksun bir hale düştü, muhtaç oldu... rızıklanmak, ekin parası bulmak ümidiyle,
  • بعد سالی چند بهر رزق و کشت ** شاعر از فقر و عوز محتاج گشت
  • Dedi ki: Yokluk ve darlık zamanında sınanmış şeyi aramak, ona başvurmak daha iyi...
  • گفت وقت فقر و تنگی دو دست ** جست و جوی آزموده بهترست
  • Kerem ve ihsanda sınadığın kapıya gideyim de yine ihtiyacımı arz edeyim.
  • درگهی را که آزمودم در کرم ** حاجت نو را بدان جانب برم
  • Sibeveyh, Allah sözünün manasını anlatırken “Halk, hacet zamanında ona sığınır...
  • معنی الله گفت آن سیبویه ** یولهون فی الحوائج هم لدیه
  • İhtiyaçlarımızı sana arz eder, sana sığınırız... Hacetlerimizi senden diler, sen de buluruz demektir” dedi. 1170
  • گفت الهنا فی حوائجنا الیک ** والتمسناها وجدناها لدیک
  • Binlerce akıllı kişi, dert ve ihtiyaç zamanında umumiyetle o tek Allah’ın huzurunda ağlar, inler.
  • صد هزاران عاقل اندر وقت درد ** جمله نالان پیش آن دیان فرد
  • Hiçbir aklı eksik ve deli yoktur ki acizliğini varsın da bir nekese arz etsin!
  • هیچ دیوانه‌ی فلیوی این کند ** بر بخیلی عاجزی کدیه تند
  • Akıllılar, binlerce defa ihtiyaçlarının giderildiğini görmeselerdi hiç o tapıya canla başla giderler miydi?
  • گر ندیدندی هزاران بار بیش ** عاقلان کی جان کشیدندیش پیش
  • Hatta deniz dalgaları arasındaki bütün balıklar, yücelerde uçan bütün kuşlar bile...
  • بلک جمله‌ی ماهیان در موجها ** جمله‌ی پرندگان بر اوجها
  • Fil, kurt, avlanan aslan, koca ejderha, karınca, yılan... 1175
  • پیل و گرگ و حیدر اشکار نیز ** اژدهای زفت و مور و مار نیز
  • Hatta toprak, su, yel ve her bir kıvılcım bile kışın da dileğini ondan elde eder, baharda da!
  • بلک خاک و باد و آب و هر شرار ** مایه زو یابند هم دی هم بهار
  • Bu gökyüzü, her an, yarabbi, beni bir zaman bile aşağılatma diye ona yalvarır...
  • هر دمش لابه کند این آسمان ** که فرو مگذارم ای حق یک زمان
  • Benim direğim, senin korumandadır... Bütün gökler sağ elinde dürülmüş, yayılmıştır, der.
  • استن من عصمت و حفظ تو است ** جمله مطوی یمین آن دو دست
  • Bu yer, beni su üstünde yükleyen sensin, kararımı elden alma diye niyaz eder.
  • وین زمین گوید که دارم بر قرار ** ای که بر آبم تو کردستی سوار
  • Hepsi keselerini onun nimetiyle doldurup büzmüşler... Hepsi hacet vermeyi ondan öğrenmişlerdir. 1180
  • جملگان کیسه ازو بر دوختند ** دادن حاجت ازو آموختند
  • Her peygamber, “Sabır ve namaz hususunda ondan yardım isteyin” diye ondan berat ve ferman getirmiştir.
  • هر نبیی زو برآورده برات ** استعینوا منه صبرا او صلات
  • Kendinize gelin; ondan isteyin... Başkasından değil. Suyu denizde arayın, kuru derede değil!
  • هین ازو خواهید نه از غیر او ** آب در یم جو مجو در خشک جو
  • Başkasından isteneni de o verir... O kimsenin sana meyleden eline cömertliği ihsan eden yine Allah’tır.
  • ور بخواهی از دگر هم او دهد ** بر کف میلش سخا هم او نهد
  • İtaatinden çekineni bile altınlara gark eder, Karun yaparsa itaat eder de ona yüz tutarsan neler yapmaz?
  • آنک معرض را ز زر قارون کند ** رو بدو آری به طاعت چون کند
  • Şair, bir kere daha ihsan sevdasıyla yüzünü o ihsan sahibi padişaha tuttu 1185
  • بار دیگر شاعر از سودای داد ** روی سوی آن شه محسن نهاد
  • Şairin hediyesi ne olacak? Yeni bir şiir... Onu ihsan sahibine götürür, sunar, adeta rehin bırakır!
  • هدیه‌ی شاعر چه باشد شعر نو ** پیش محسن آرد و بنهد گرو
  • İhsan sahipleri, yüzlerce kerem ve cömertlikle altınlar yığarlar, şairleri beklerler.
  • محسنان با صد عطا و جود و بر ** زر نهاده شاعران را منتظر
  • Onlarca bir şiir, yüz denk kumaştan daha iyidir... Hele denize dalıp da dibinden inciler çıkaran bir şairin şiiri olursa!
  • پیششان شعری به از صدتنگ شعر ** خاصه شاعر کو گهر آرد ز قعر
  • İnsan, önce ekmeğe haristir... Çünkü gıda ve ekmek, cana direktir.
  • آدمی اول حریص نان بود ** زانک قوت و نان ستون جان بود
  • Canını avucuna alır da hırsla, ümitle ve yüzlerce hilelere, düzenlere başvurarak çalışıp ekmeğini elde etmeye savaşır. 1190
  • سوی کسب و سوی غصب و صد حیل ** جان نهاده بر کف از حرص و امل