English    Türkçe    فارسی   

4
1269-1293

  • Dev de, “Allah benim şeklimde güzel bir dev yaratmıştır.
  • دیو می‌گفتی که حق بر شکل من ** صورتی کردست خوش بر اهرمن
  • Bir dev’e benim suretimi vermiştir; sakın o, sizi aldatmasın. 1270
  • دیو را حق صورت من داده است ** تا نیندازد شما را او بشست
  • Meydana çıkar da Süleyman benim diye dâvaya kalkışırsa sakın onun suretine itibar etmeyin” diyordu.
  • گر پدید آید به دعوی زینهار ** صورت او را مدارید اعتبار
  • Dev, hileyle onlara bu sözleri söylüyordu ama iyi adamların gönüllerinde bunun aksi görünmekteydi.
  • دیوشان از مکر این می‌گفت لیک ** می‌نمود این عکس در دلهای نیک
  • İyiyi kötüyü fark eden adamla oyun olmaz; hele o adamın bu fark edişi ve aklı, gaypları görür söylerse!
  • نیست بازی با ممیز خاصه او ** که بود تمییز و عقلش غیب‌گو
  • Hiçbir büyü hiçbir şeytanlık ve hile, devlet sahibi olanların gönüllerine perde geremez.
  • هیچ سحر و هیچ تلبیس و دغل ** می‌نبندد پرده بر اهل دول
  • Onlar, kendi kendilerine “A eğri sözlü, tersine gidiyorsun... 1275
  • پس همی گفتند با خود در جواب ** بازگونه می‌روی ای کژ خطاب
  • Böyle tersine tersine gide gide, ta cehennemin en dibine kadar gideceksin ya!
  • بازگونه رفت خواهی همچنین ** سوی دوزخ اسفل اندر سافلین
  • Süleyman, Süleymanlıktan kaldı, yoksul oldu ama alnında o aydın dolunay parlayıp durmada.
  • او اگر معزول گشتست و فقیر ** هست در پیشانیش بدر منیر
  • Sen, nihayet bir yüzüktür kapmışsın ama zemheri gibi donmuş kalmış bir cehennemsin yine!
  • تو اگر انگشتری را برده‌ای ** دوزخی چون زمهریر افسرده‌ای
  • Biz neredeyiz... Ululuk, sayvan ve kök önünde secde etmek nerede? Böyle şeylerin önüne baş koymak şöyle dursun, hayvan tırnağını bile komayız biz!
  • ما ببوش و عارض و طاق و طرنب ** سر کجا که خود همی ننهیم سنب
  • Hatta gaflete düşer de baş komaya kalkarsak bile bir pençe gelir, başımızı yerden iter, mâni olur... 1280
  • ور به غفلت ما نهیم او را جبین ** پنجه‌ی مانع برآید از زمین
  • Bu aşağılık kişiye baş koymayın, kendinize gelin... Bu bayağı adama secde etmeyin der” demekteydiler.
  • که منه آن سر مرین سر زیر را ** هین مکن سجده مرین ادبار را
  • Ben, bu cana canlar katan hikâyeyi anlatmaya kalkardım ama Allah gayreti olmasaydı!
  • کردمی من شرح این بس جان‌فزا ** گر نبودی غیرت و رشک خدا
  • Kanaat et, bu kadarcığını kabul eyle de başka bir vakit bunu anlatayım!
  • هم قناعت کن تو بپذیر این قدر ** تا بگویم شرح این وقتی دگر
  • Dev, adını Süleyman Peygamber taktı ama ancak çoluk çocuğu kandırmak için!
  • نام خود کرده سلیمان نبی ** روی‌پوشی می‌کند بر هر صبی
  • Namuzsuzun suretini, adını bırak... lâkaptan addan kaç, manaya yürü! 1285
  • در گذر از صورت و از نام خیز ** از لقب وز نام در معنی گریز
  • Onu halinden işinden sor... Onu halinde işinde ara!
  • پس بپرس از حد او وز فعل او ** در میان حد و فعل او را بجو
  • Süleyman aleyhisselâm’ın, Mescid-i Aksâ bittikten sonra ibadet etmek ve ibadet edenlerle itikâfa girenleri irşat eylemek için her gün mescide gelmesi ve mescitte otlar, kökler bitmesi
  • درآمدن سلیمان علیه‌السلام هر روز در مسجد اقصی بعد از تمام شدن جهت عبادت و ارشاد عابدان و معتکفان و رستن عقاقیر در مسجد
  • Her sabah Süleyman Mescid-i Aksâ’ya gelir, tam bir ihlâsla Allah’a ibadet ederdi.
  • هر صباحی چون سلیمان آمدی ** خاضع اندر مسجد اقصی شدی
  • Her gün, mescitte yeni bir otun bittiğini görür, adın nedir, ne faydan var?
  • نوگیاهی رسته دیدی اندرو ** پس بگفتی نام و نفع خود بگو
  • Ne biçim ilâçsın, nesin, sana ne derler... Kime ziyansın, faydan kime? diye sorardı.
  • تو چه دارویی چیی نامت چیست ** تو زیان کی و نفعت بر کیست
  • Her ot, adını, tesirini söyler; “Şuna can’ım, öbürüne zehir... 1290
  • پس بگفتی هر گیاهی فعل و نام ** که من آن را جانم و این را حمام
  • Buna zehirim, ona şeker... Adım, kader levhinde şudur diye dile gelirdi.
  • من مرین را زهرم و او را شکر ** نام من اینست بر لوح از قدر
  • Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
  • پس طبیبان از سلیمان زان گیا ** عالم و دانا شدندی مقتدی
  • Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... Bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
  • تا کتبهای طبیبی ساختند ** جسم را از رنج می‌پرداختند