English    Türkçe    فارسی   

4
1940-1964

  • Cevap verirseniz, bir kula, bir köleye lütuf ile bakarsanız padişahlığınızdan ne eksilir ki?” dedi. 1940
  • از شهی تو چه کم گردد اگر ** برغلام و بنده اندازی نظر
  • Padişah dedi ki: bu kolay... Fakat köle sersem... Ahmak adam çirkindir, Allah merdududur.
  • گفت این سهلست اما احمقست ** مرد احمق زشت و مردود حقست
  • Suçunu, kabahatini affederim ama illeti bana da sirayet eder sonra!
  • گرچه آمرزم گناه و زلتش ** هم کند بر من سرایت علتش
  • Bir uyuz, yüz kişiyi uyuz eder... Hele bu hareketi beğenilmez habis uyuz, büsbütün beterdi!
  • صد کس از گرگین همه گرگین شوند ** خاصه این گر خبیث ناپسند
  • Kâfir bile akılsızlık uyuzuna tutulmasın... Yoksa şumluğu, bulutta bile yağmur bırakmaz!
  • گر کم عقلی مبادا گبر را ** شوم او بی‌آب دارد ابر را
  • Şumluğu yüzünden buluttan bir katra yağmur yağmaz... Şehir, onun baykuşluğu yüzünden viraneye döner! 1945
  • نم نبارد ابر از شومی او ** شهر شد ویرانه از بومی او
  • O ahmakların uyuzluğu yüzünden Nuh tufanı, koca bir âlemi kötülüklerle yıktı gitti!
  • از گر آن احمقان طوفان نوح ** کرد ویران عالمی را در فضوح
  • Peygamber “Kim ahmaksa düşmanımızdır... Yol kesen gulyabanidir...
  • گفت پیغامبر که احمق هر که هست ** او عدو ماست و غول ره‌زنست
  • Akıllıysa canımızdır; ondan gelen serin esinti ondan gelen rüzgâr bize fesleğendir.
  • هر که او عاقل بود از جان ماست ** روح او و ریح او ریحان ماست
  • Akıl, bana sövse razıyım... Çünkü benim feyiz vericiliğimden bir feyze sahiptir.
  • عقل دشنامم دهد من راضیم ** زانک فیضی دارد از فیاضیم
  • Onun sövmesi faydasız değildir... Boş elle kalkıp konukluğa gelmez. 1950
  • نبود آن دشنام او بی‌فایده ** نبود آن مهمانیش بی‌مایده
  • Ahmak, ağzıma helva tıksa onun helvasından hastalanır, ateşlenirim, dedi.
  • احمق ار حلوا نهد اندر لبم ** من از آن حلوای او اندر تبم
  • Lâtifsen. Gönlün aydınsa şunu iyice bil: Eşek götünü öpmede bir lezzet yoktur!
  • این یقین دان گر لطیف و روشنی ** نیست بوسه‌ی کون خر را چاشنی
  • Faydasız yere bıyığını pis pis kokutur... Yemek yemeksizin elbise, onun tenceresiyle kararır!
  • سبلتت گنده کند بی‌فایده ** جامه از دیگش سیه بی‌مایده
  • Yemek dediğim akıldır, ekmek ve kebap değil... Oğul, cana gıda akıl nurudur.
  • مایده عقلست نی نان و شوی ** نور عقلست ای پسر جان را غذی
  • İnsana nurdan başka bir yiyecek yoktur... O candan başka bir şeyle beslenip yetişmez insan. 1955
  • نیست غیر نور آدم را خورش ** از جز آن جان نیابد پرورش
  • Bu yiyecekleri yavaş yavaş azalt... Çünkü bunlar, eşek gıdasıdır, hür adamın gıdası değil!
  • زین خورشها اندک اندک باز بر ** کین غذای خر بود نه آن حر
  • Bunları azalt da asıl gıdayı almaya kabiliyetin olsun, nur lokmalarını yiyesin!
  • تا غذای اصل را قابل شوی ** لقمه‌های نور را آکل شوی
  • Bu ekmeğin ekmek oluşu, o nurun aksiyledir... Bu canın can oluşu, o canın feyziyledir.
  • عکس آن نورست کین نان نان شدست ** فیض آن جانست کین جان جان شدست
  • Bir kerecik nur yemeğini yedin mi ekmeğin başına da toprak saçarsın, tandırın başına da!
  • چون خوری یکبار از ماکول نور ** خاک ریزی بر سر نان و تنور
  • Akıl, iki akıldır: Birincisi kazanılan akıldır... Sen onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenirsin. 1960
  • عقل دو عقلست اول مکسبی ** که در آموزی چو در مکتب صبی
  • Kitaptan, üstattan, düşünceden, anıştan, manalardan, güzel ve dokunulmadık bilgilerden.
  • از کتاب و اوستاد و فکر و ذکر ** از معانی وز علوم خوب و بکر
  • Aklın artar, başkalarından daha fazla akıllı olursun... Fakat bu ezberlemekle de ağırlaşır, sıkılırsın!
  • عقل تو افزون شود بر دیگران ** لیک تو باشی ز حفظ آن گران
  • Geze dolaşa âdeta bir ezberleme levhası kesilirsin... Hâlbuki bunlardan geçen Levhimahfuz olur!
  • لوح حافظ باشی اندر دور و گشت ** لوح محفوظ اوست کو زین در گذشت
  • Öbür akıl, Allah vergisidir... Onun kaynağı candadır.
  • عقل دیگر بخشش یزدان بود ** چشمه‌ی آن در میان جان بود