English    Türkçe    فارسی   

4
2151-2175

  • Sır damının kenarını, sen görmüyorsun ruh görüyor da tir tir titriyor.
  • گر نمی‌بینی کنار بام راز ** روح می‌بیند که هستش اهتزاز
  • Ansızın gelip çatan her belâ, neşe damının korkuluğu kıyısında gelip çatmıştır.
  • هر نکالی ناگهان کان آمدست ** بر کنار کنگره‌ی شادی بدست
  • İnsan, damın kenarında olmadıkça düşmez Nuh ve Lût kavimlerine bak da ibret al.
  • جز کنار بام خود نبود سقوط ** اعتبار از قوم نوح و قوم لوط
  • O boşboğazın Rasul aleyhisselâm huzurunda fasih söz söylemesinin ve çok konuşmasının sebebi
  • بیان سبب فصاحت و بسیارگویی آن فضول به خدمت رسول علیه‌السلام
  • Peygamber’in hadsiz sarhoşluğundan o aptala bir ışık vurmuş, onu neşelendirmiş, sarhoş etmişti.
  • پرتو مستی بی‌حد نبی ** چون بزد هم مست و خوش گشت آن غبی
  • Neşesinden çok konuşmaya başladı. Sarhoş, ebedi bırakır, baş aşağı düşer! 2155
  • لاجرم بسیارگو شد از نشاط ** مست ادب بگذاشت آمد در خباط
  • Fakat her yerde kendinden geçen, kötülük etmez... Şarap zaten edepsiz olanı edepsiz eder.
  • نه همه جا بی‌خودی شر می‌کند ** بی‌ادب را می چنان‌تر می‌کند
  • Şarap içen akıllıysa daha ziyade akıllı olur... Kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir.
  • گر بود عاقل نکو فر می‌شود ** ور بود بدخوی بتر می‌شود
  • Fakat insanların çoğu kötü ve ahlâksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler.
  • لیک اغلب چون بدند و ناپسند ** بر همه می را محرم کرده‌اند
  • Rasul aleyhisselâm’ın Huzeyl kabilesine mensup olan genci ihtiyarlara, tecrübelilere üstün tutup seçmesinde ve başbuğ yapmasındaki sebep
  • بیان رسول علیه السلام سبب تفضیل و اختیار کردن او آن هذیلی را به امیری و سرلشکری بر پیران و کاردیدگان
  • Hüküm üstünündür halkın çoğu da kötüdür; bu yüzden kılıcı yol kesicilerin elinden aldılar.
  • حکم اغلب راست چون غالب بدند ** تیغ را از دست ره‌زن بستدند
  • Peygamber dedi ki: Ey işin dış yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme. 2160
  • گفت پیغامبر کای ظاهرنگر ** تو مبین او را جوان و بی‌هنر
  • Nice kara sakallı ihtiyarlar vardır... Nice de gönülleri, zift gibi kapkara aksakallılar.
  • ای بسا ریش سیاه و مردت پیر ** ای بسا ریش سپید و دل چو قیر
  • Onun aklını defalarca denedim... O genç işlerde ihtiyarlık etti.
  • عقل او را آزمودم بارها ** کرد پیری آن جوان در کارها
  • İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğlum... Saçın, sakalın ağarmasıyla adam, adam olmaz.
  • پیر پیر عقل باشد ای پسر ** نه سپیدی موی اندر ریش و سر
  • İblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat değil mi ki aklı yok, hiçbir şeye yaramaz.
  • از بلیس او پیرتر خود کی بود ** چونک عقلش نیست او لاشی بود
  • Birisi çocuktur ama İsa nefesli, gururdan, hevesten arınmış olursa ona nasıl çocuk diyebilirsin? 2165
  • طفل گیرش چون بود عیسی نفس ** پاک باشد از غرور و از هوس
  • Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve kısa görüşlü kişiye göre pişkinlik alâmetidir.
  • آن سپیدی مو دلیل پختگیست ** پیش چشم بسته کش کوته‌تگیست
  • O mukallit, alâmet olarak delilden başka bir şey bilmediği için daima buna yol arar.
  • آن مقلد چون نداند جز دلیل ** در علامت جوید او دایم سبیل
  • Onun için bir işe girişeceksen o pire danış dedi.
  • بهر او گفتیم که تدبیر را ** چونک خواهی کرد بگزین پیر را
  • Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür.
  • آنک او از پرده‌ی تقلید جست ** او به نور حق ببیند آنچ هست
  • Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır. 2170
  • نور پاکش بی‌دلیل و بی‌بیان ** پوست بشکافد در آید در میان
  • Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
  • پیش ظاهربین چه قلب و چه سره ** او چه داند چیست اندر قوصره
  • Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır.
  • ای بسا زر سیه کرده بدود ** تا رهد از دست هر دزدی حسود
  • Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
  • ای بسا مس زر اندوده به زر ** تا فروشد آن به عقل مختصر
  • Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... Gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!
  • ما که باطن‌بین جمله‌ی کشوریم ** دل ببینیم و به ظاهر ننگریم
  • Zahirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler. 2175
  • قاضیانی که به ظاهر می‌تنند ** حکم بر اشکال ظاهر می‌کنند