English    Türkçe    فارسی   

4
2419-2443

  • Kırık taşlar, görmeselerdi avuç içinde nasıl şahadet ederlerdi?
  • سنگ‌ریزه گر نبودی دیده‌ور ** چون گواهی دادی اندر مشت در
  • A akıl, sen kanatlarını aç da “İza zülziletil arzu zilzaleha” suresini oku! 2420
  • ای خرد بر کش تو پر و بالها ** سوره بر خوان زلزلت زلزالها
  • Kıyamet günü bu yeryüzü, görmeseydi iyiye kötüye nasıl şahadet ederdi ki?
  • در قیامت این زمین بر نیک و بد ** کی ز نادیده گواهیها دهد
  • Hâlbuki halini, kendisinde olan haberleri söyleyecek... Yeryüzü bize sırlarını açacak.
  • که تحدث حالها و اخبارها ** تظهر الارض لنا اسرارها
  • Beni senin gibi bir padişaha göndermesi de bir delildir... Gönderen bilir ki.
  • این فرستادن مرا پیش تو میر ** هست برهانی که بد مرسل خبیر
  • Böyle bir illete böyle bir ilaç lazım bu ilaç, o umulmaz yarayı kolayca iyileştirecek elbet.
  • کین چنین دارو چنین ناسور را ** هست درخور از پی میسور را
  • Bundan önce rüyalar görmüştüm... Allah’ın beni seçip göndereceğini anlamıştın. 2425
  • واقعاتی دیده بودی پیش ازین ** که خدا خواهد مرا کردن گزین
  • Ben elime asayı ve nuru alacak, senin gibi bir küstahın boynuzunu kıracaktım.
  • من عصا و نور بگرفته به دست ** شاخ گستاخ ترا خواهم شکست
  • Bunun için kıyamet gününün sahibi olan Allah sana çeşit çeşit rüyalar gösteriyordu.
  • واقعات سهمگین از بهر این ** گونه گونه می‌نمودت رب دین
  • Bunlar senin kötü içine, azgınlığına layık rüyalardı. Bunların sana, senin haline tam uygun olduğunu bildirmek diliyordu.
  • در خور سر بد و طغیان تو ** تا بدانی کوست درخوردان تو
  • Allah, sana bunları gösteriyordu ki onun hikmet sahibi ve her şeyden haberdar, aynı zamanda derman kabul etmez dertlerin dermanını ihsan eder bir Allah olduğunu bilesin.
  • تا بدانی کو حکیمست و خبیر ** مصلح امراض درمان‌ناپذیر
  • Fakat sen bu rüyaları tevile kalkıştın... Kör ve sağır kesildin, bunlar; ağır uykudan meydana gelen hayaller dedin. 2430
  • تو به تاویلات می‌گشتی از آن ** کور و گر کین هست از خواب گران
  • Doktorlarla müneccimler de kendilerinde olan nur pırıltısı ile tabirini gördüler, fakat tamahlarından hakikati söylemediler.
  • وآن طبیب و آن منجم در لمع ** دید تعبیرش بپوشید از طمع
  • Kederlenmek, devletine bir gussa gelmek, senin devletinden, padişahlığından uzaktır.
  • گفت دور از دولت و از شاهیت ** که درآید غصه در آگاهیت
  • Ya çeşitli gıdalardan yahut yemekten insan, hep böyle rüyalar görür dediler.
  • از غذای مختلف یا از طعام ** طبع شوریده همی‌بیند منام
  • Çünkü gördüler ki sen öğüt istemiyorsun, kaba ve hoyratsın, kan içicisin... Yok, yoksul huylu değilsin!
  • زانک دید او که نصیحت‌جو نه‌ای ** تند و خون‌خواری و مسکین‌خو نه‌ای
  • Padişahlar, bir iş için kan dökerler ama merhametleri kızgınlıklarından üstündür. 2435
  • پادشاهان خون کنند از مصلحت ** لیک رحمتشان فزونست از عنت
  • Padişahın Allah huyuyla huylanması gerektir. Allah’ın rahmeti, gazabından artıktır.
  • شاه را باید که باشد خوی رب ** رحمت او سبق دارد بر غضب
  • Şeytan gibi gazabının üstün olması gerekmez, öyle olursa hile yüzünden lüzum yokken kan döker!
  • نه غضب غالب بود مانند دیو ** بی‌ضرورت خون کند از بهر ریو
  • Namussuzların hilmi gibi halim olması da doğru değildir... Çünkü karısı da orospu olur cariyesi de!
  • نه حلیمی مخنث‌وار نیز ** که شود زن روسپی زان و کنیز
  • Hâlbuki sen, gönlünü şeytan evi haline getirdin... Kinini, kendine kıble yaptın.
  • دیوخانه کرده بودی سینه را ** قبله‌ای سازیده بودی کینه را
  • Keskin boynuzların nice ciğerleri deldi... İşte şu asam, senin küstah boynuzunu kırdı! 2440
  • شاخ تیزت بس جگرها را که خست ** نک عصاام شاخ شوخت را شکست
  • Bu âlemdekilerin, o âlemdekilere saldırmaları, gayb âleminin sınırı olan nesillerine kadar hücum etmeleri, onların pusuda olmalarından gaflete düşmeleri. Zaten gazi de savaşa gitmezse kâfirler, Müslüman ülkesine ılgar eder, çapulda bulunurlar.
  • حمله بردن این جهانیان بر آن جهانیان و تاختن بردن تا سینور ذر و نسل کی سر حد غیب است و غفلت ایشان از کمین کی چون غازی به غزا نرود کافر تاختن آورد
  • Cisme mensup askerler, ruhanilerin kalelerine saldırırlar.
  • حمله بردند اسپه جسمانیان ** جانب قلعه و دز روحانیان
  • O taraftan tertemiz birisi gelmesin diye gayb derbendine hücum ederler.
  • تا فرو گیرند بر دربند غیب ** تا کسی ناید از آن سو پاک‌جیب
  • Gaziler, savaşa pek gitmediler mi kâfirler, yürür saldırılar.
  • غازیان حمله‌ی غزا چون کم برند ** کافران برعکس حمله آورند