English    Türkçe    فارسی   

4
2600-2624

  • Yerinden sıçradı, ne mutlu sana dedi... A kelceğiz, güneş, başına taç oldu! 2600
  • بر جهید از جا و گفتا بخ لک ** آفتابی تاجر گشتت ای کلک
  • Kelin ayıbını külah örter. Hele o külah güneş ve ay olursa ne mutlu!
  • عیب کل را خود بپوشاند کلاه ** خاصه چون باشد کله خورشید و ماه
  • Daha o mecliste bunu duyunca neden evet, yüzlerce hamdolsun demedin?
  • هم در آن مجلس که بشنیدی تو این ** چون نگفتی آری و صد آفرین
  • Bu söz, güneşin kulağına değseydi buna nail olmak ümidiyle baş aşağı yere inerdi!
  • این سخن در گوش خورشید ار شدی ** سرنگون بر بوی این زیر آمدی
  • Hiç bildin mi, ne vaattir bu, ne lütuf tur? Hak, İblis' i arayıp soruyor âdeta!
  • هیچ می‌دانی چه وعده‌ست و چه داد ** می‌کند ابلیس را حق افتقاد
  • O kerem sahibi, seni böyle bir lütfa, böyle bir ihsana çağırdı da nasıl tahammül ettin? Şaşılacak şey 2605
  • چون بدین لطف آن کریمت باز خواند ** ای عجب چون زهره‌ات بر جای ماند
  • Nasıl yüreğini eritmedi bu? Eritseydi iki cihandan da nasip alırdın!
  • زهره‌ات ندرید تا زان زهره‌ات ** بودی اندر هر دو عالم بهره‌ات
  • Adamın yüreği Allah için erirse şehitler gibi iki âlemde de lütfa, ihsana mazhar olur.
  • زهره‌ای کز بهره‌ی حق بر درد ** چون شهیدان از دو عالم بر خورد
  • Gafillik de hikmettir, bu kör oluşun da bir hikmeti var, var ama neden bu dereceye kadar olsun?
  • غافلی هم حکمتست و این عمی ** تا بماند لیک تا این حد چرا
  • Sermayenin çabucak elden uçamaması için gafillik, hem hikmettir, hem nimet!
  • غافلی هم حکمتست و نعمتست ** تا نپرد زود سرمایه ز دست
  • Fakat unulmaz bir yara haline gelmemeli... Aklın ve canın zehri olmamalı, adama eziyet vermemeli! 2610
  • لیک نی چندانک ناسوری شود ** زهر جان و عقل رنجوری شود
  • Kim böyle bir alışverişi edebilir? Bir gülle gül bahçesini satın alıyorsun!
  • خود کی یابد این چنین بازار را ** که به یک گل می‌خری گلزار را
  • Bir taneye karşılık yüzlerce ağaçlık, bir habbeye karşılık yüzlerce maden!
  • دانه‌ای را صد درختستان عوض ** حبه‌ای را آمدت صد کان عوض
  • Kim her şeyi Allah için yapar, Allah' ya karşı ihlâs sahibi olursa demek, o taneyi vermektir... bu suretle de "Allah da onun olur, her dilediğini verir" sözünün hakikati elde edilir.
  • کان لله دادن آن حبه است ** تا که کان‌الله له آید به دست
  • Çünkü bu arık ve kararsız varlık, o ebedî Allah’ın zevalsiz varlığından var olmuştur.
  • زآنک این هوی ضعیف بی‌قرار ** هست شد زان هوی رب پایدار
  • Fâni varlık, kendisini ona verdi mi baki olur, asla ölmez. 2615
  • هوی فانی چونک خود فا او سپرد ** گشت باقی دایم و هرگز نمرد
  • Yelden, topraktan korkan ve bu ikisi yüzünden helak olan katra gibi!
  • هم‌چو قطره‌ی خایف از باد و ز خاک ** که فنا گردد بدین هر دو هلاک
  • Katra, aslı olan denize kavuştu mu güneşin? Hararetinden de kurtulur, yelden, topraktan da!
  • چون به اصل خود که دریا بود جست ** از تف خورشید و باد و خاک رست
  • Zahirî, denizde yok olur ama zatı yok olmaz, ebedîleşir, iyileşir!
  • ظاهرش گم گشت در دریا و لیک ** ذات او معصوم و پا بر جا و نیک
  • Kendine gel ey katra da pişman olmaksızın varlığım ver, ver de bir katra ya karşılık uçsuz bucaksız denizi bul!
  • هین بده ای قطره خود را بی‌ندم ** تا بیابی در بهای قطره یم
  • Kendine gel ey katra da bu şerefi bul, denizin avucuna düş, o avuçta telef olmaktan emin ol! 2620
  • هین بده ای قطره خود را این شرف ** در کف دریا شو آمن از تلف
  • Böyle bir devlet, kimin eline düşmüştür: Bir deniz, bir katrayı dilemekte, istemekte!
  • خود کرا آید چنین دولت به دست ** قطره‌ای را بحری تقاضاگر شدست
  • Allah hakkı için Allah hakkı için çabuk sat ve satın al... Bir katrayı ver, incilerle dolu denizi elde et!
  • الله الله زود بفروش و بخر ** قطره‌ای ده بحر پر گوهر ببر
  • Allah hakkı için, Allah hakkı için hiç geciktirme. Bu söz, lütuf denizinden gelmede!
  • الله الله هیچ تاخیری مکن ** که ز بحر لطف آمد این سخن
  • Lütuf bile bu lütfun içinde kaybolur, aşağılık bir adam, yedinci kat göğe çıkıyor
  • لطف اندر لطف این گم می‌شود ** که اسفلی بر چرخ هفتم می‌شود