English    Türkçe    فارسی   

4
2766-2790

  • Ölmedin de onunla ditilmedin mi ona ortak olmaya, ülke ve devlet kazanmaya savaşan bir düşmansın!
  • چون نمردی و نگشتی زنده زو ** یاغیی باشی به شرکت ملک‌جو
  • Fakat onunla dirildin mi, zaten dirilen odur... Bu, tam birliktir; nerde şerik oluş?
  • چون بدو زنده شدی آن خود ویست ** وحدت محضست آن شرکت کیست
  • Fakat bunu işlerinin aynasında gör. Çünkü bunu sözle, dedikoduyla anlayamazsın!
  • شرح این در آینه‌ی اعمال جو ** که نیابی فهم آن از گفت و گو
  • İçimdekini söylersem çok ciğerleri kan kesiliverir!
  • گر بگویم آنچ دارم در درون ** بس جگرها گردد اندر حال خون
  • Artık bu kadarını kâfi göreyim, zaten anlayanlara bu, yeter... Köyde kimse varsa iki kere seslendim işte! 2770
  • بس کنم خود زیرکان را این بس است ** بانگ دو کردم اگر در ده کس است
  • Hâsılı Haman, o kötü sözlerle böyle bir yolu Firavun' a kesti!
  • حاصل آن هامان بدان گفتار بد ** این چنین راهی بر آن فرعون زد
  • Devlet lokması da ağzına kadar gelmişti. Haman, Firavun'un boğazını kesiverdi!
  • لقمه‌ی دولت رسیده تا دهان ** او گلوی او بریده ناگهان
  • Firavun'un harmanını o, yele verdi. Hiçbir padişahın böyle veziri olmasın!
  • خرمن فرعون را داد او به باد ** هیچ شه را این چنین صاحب مباد
  • Musa aleyhisselâm'ın Haman'ın sözlerinin tesiriyle Firavun'un imana gelmesinden ümidini kesmesi
  • نومید شدن موسی علیه‌السلام از ایمام فرعون به تاثیر کردن سخن هامان در دل فرعون
  • Musa dedi ki: Ben sana lütuflar gösterdim, cömertliklerde bulundum, fakat ne yapayım? Allah, sana kısmet etmemiş!
  • گفت موسی لطف بنمودیم وجود ** خود خداوندیت را روزی نبود
  • Hakikî olmayan padişahlığı ne el bil, ne yen! 2775
  • آن خداوندی که نبود راستین ** مر ورا نه دست دان نه آستین
  • Çalma, çırpma padişahlık, cansız, gönülsüz ve gözsüzdür.
  • آن خداوندی که دزدیده بود ** بی دل و بی جان و بی دیده بود
  • Sana padişahlığı halk verdiyse borç alır gibi yine senden alır!
  • آن خداوندی که دادندت عوام ** باز بستانند از تو هم‌چو وام
  • İğreti padişahlığı Allah' ya ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakikî bir padişahlık versin!
  • ده خداوندی عاریت به حق ** تا خداوندیت بخشد متفق
  • Arap beylerinin, ülkeyi ve devlet! Aramızda bölüşelim de kavga, gürültü kalmasın diye Mustafa aleyhisselâm'a müracaatları, Mustafa aleyhisselâm'ın "Ben, bu beyliği yapmaya memurum" diye cevap vermesi, iki tarafın da birbirleriyle bahse girişmeleri
  • منازعت امیران عرب با مصطفی علیه‌السلام کی ملک را مقاسمت کن با ما تا نزاعی نباشد و جواب فرمودن مصطفی علیه‌السلام کی من مامورم درین امارت و بحث ایشان از طرفین
  • Arap beyleri toplanıp Peygamber' in yanına gelerek çekişmeye başladılar.
  • آن امیران عرب گرد آمدند ** نزد پیغامبر منازع می‌شدند
  • Dediler ki: Sen bir beysin... Bizim de her birimiz birer beyiz! Şu beyliği bölüşelim, ülkenin sana düşen kısmını al! 2780
  • که تو میری هر یک از ما هم امیر ** بخش کن این ملک و بخش خود بگیر
  • Her birimiz, kendisine düşen bölüğe razı olsun; sen de artık bizim hissemizden el yıka!
  • هر یکی در بخش خود انصاف‌جو ** تو ز بخش ما دو دست خود بشو
  • Peygamber dedi ki: Bana beyliği Allah verdi... O, bana başbuğluk ve mutlak bir beylik ihsan etti.
  • گفت میری مر مرا حق داده است ** سروری و امر مطلق داده است
  • Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamanı... Kendinize gelin de onun emrine uyun!
  • کین قران احمدست و دور او ** هین بگیرید امر او را اتقوا
  • Kavim, biz de Allah’ın takdiri ile hükmediyoruz... Bize de beyliği veren Allah’tır dedi.
  • قوم گفتندش که ما هم زان قضا ** حاکمیم و داد امیریمان خدا
  • Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliği bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle iğreti. 2785
  • گفت لیکن مر مرا حق ملک داد ** مر شما را عاریه از بهر زاد
  • Benim beyliğim kıyamete dek bakidir... İğreti beylikse çabucak geçip gider!
  • میری من تا قیامت باقیست ** میری عاریتی خواهد شکست
  • Kavim “ey emîr... Çok söyleme; üstün olduğunu iddia ediyorsun, delilin nedir?” dediler.
  • قوم گفتند ای امیر افزون مگو ** چیست حجت بر فزون‌جویی تو
  • Derhal Allah’ın kahır emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandı. Sel bastı, bütün o civarı kapladı.
  • در زمان ابری برآمد ز امر مر ** سیل آمد گشت آن اطراف پر
  • O pek korkunç sel şehre yüz tuttu... Şehirliler feryat ederek korkudan kaçışmaya başladılar.
  • رو به شهر آورد سیل بس مهیب ** اهل شهر افغان‌کنان جمله رعیب
  • Sınama zamanı gelmişti... Şüphenin kalkacağı hakikatin apaçık ortaya çıkacağı zamandı. Peygamber dedi ki: 2790
  • گفت پیغامبر که وقت امتحان ** آمد اکنون تا گمارد گردد عیان