English    Türkçe    فارسی   

4
2872-2896

  • Paraların üstüne basılan peygamber adları, kıyamete kadar onların doğruluğuna alâmettir.
  • روی دینار و درم از نامشان ** تا قیامت می‌دهد زین حق نشان
  • Padişahların paraları değişir durur.. fakat Ahmed’in parası, kıyamete dek sürer gider!
  • سکه‌ی شاهان همی گردد دگر ** سکه‌ی احمد ببین تا مستقر
  • Altın olsun, gümüş olsun... bir paranın üstünde bir münkirin adını gösterene!
  • بر رخ نقره و یا روی زری ** وا نما بر سکه نام منکری
  • Hadi bunu mucize sayma! Peki bir de güneş gibi apaydın olan ve adına Ümmül Kitap denen yüz dilli Kuran’a bak! 2875
  • خود مگیر این معجز چون آفتاب ** صد زبان بین نام او ام‌الکتاب
  • Kimsenin ondan bir harfi çalmaya, yahut sözüne bir söz katmaya ne haddi var, ne kudreti!
  • زهره نی کس را که یک حرفی از آن ** یا بدزدد یا فزاید در بیان
  • Üstünün dostu ol ki üstün olasın... kendine gel be hey azgın, mağluplara dost olma!
  • یار غالب شو که تا غالب شوی ** یار مغلوبان مشو هین ای غوی
  • Münkirin delili, ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum!
  • حجت منکر همین آمد که من ** غیر این ظاهر نمی‌بینم وطن
  • Hiç düşünmez ki nerede bir görünen şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir.
  • هیچ نندیشد که هر جا ظاهریست ** آن ز حکمتهای پنهان مخبریست
  • Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarda gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir. 2880
  • فایده‌ی هر ظاهری خود باطنیست ** هم‌چو نفع اندر دواها کامنست
  • “Gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri hak üzere yarattım” yani onları yalnız görün diye değil,sizin görmediğiniz mâna ve bakî olan bir hikmet için yarattım âyetinin tefsiri
  • تفسیر این آیت کی و ما خلقنا السموات والارض و ما بینهما الا بالحق نیافریدمشان بهر همین کی شما می‌بینید بلک بهر معنی و حکمت باقیه کی شما نمی‌بینید آن را
  • Hiçbir ressam var mıdır ki yaptığı resmi, hiçbir menfaat ümidi gözetmeden yalnız resim yapmak için yapsın.
  • هیچ نقاشی نگارد زین نقش ** بی امید نفع بهر عین نقش
  • Hem resim yapmak için yapar, hem de uluların büyüklerin bir vesile ile kederlerinden kurtulmalarını ister.
  • بلک بهر میهمانان و کهان ** که به فرجه وارهند از اندهان
  • Çocukların neşelenmesini, bu resimle ölüp gitmiş dostların, dostlar tarafından hatırlanmasını diler.
  • شادی بچگان و یاد دوستان ** دوستان رفته را از نقش آن
  • Hiçbir testici yoktur ki içine su konmasını düşünmeden testisini, sırf testi yapmak için yapsın!
  • هیچ کوزه‌گر کند کوزه شتاب ** بهر عین کوزه نه بر بوی آب
  • Hiçbir kâseci yoktur ki kaseyi ancak kâse olmak için yapsın da içine yemek konmak için yapmasın! 2885
  • هیچ کاسه گر کند کاسه تمام ** بهر عین کاسه نه بهر طعام
  • Hiçbir hattat yoktur ki özene bezene yazdığı yazıyı yalnız yazısını, yazısının güzelliğini göstermek için yazsın da okumak için yazmasın.
  • هیچ خطاطی نویسد خط به فن ** بهر عین خط نه بهر خواندن
  • Görünen suret gayp âlemindeki surete delâlet eder, o da başka bir gayp suretinden vücut bulmuştur.
  • نقش ظاهر بهر نقش غایبست ** وان برای غایب دیگر ببست
  • Böylece bunları, görüşünün miktarınca ta üçüncü dördüncü, onuncu surete kadar say dur.
  • تا سوم چارم دهم بر می‌شمر ** این فواید را به مقدار نظر
  • Oğul bunla, satrançtaki oyunlara benzer... her oyunun faydasını ondan sonrakinde gör.
  • هم‌چو بازیهای شطرنج ای پسر ** فایده‌ی هر لعب در تالی نگر
  • Bu oyunu, o gizli oyunu oynamak için, onu da diğer bir oyun için... nihayet o oyunu da bir başka oyun için oynarlar. 2890
  • این نهادند بهر آن لعب نهان ** وان برای آن و آن بهر فلان
  • Gözünü böylece etraftan ileriye çevir de ta karşındakini mat edip oyunu kazanıncaya dek ne oyunlar oynayacaksan hepsini gör.
  • هم‌چنین دیده جهات اندر جهات ** در پی هم تا رسی در برد و مات
  • Merdiven basamaklarına çıkmak için önce birincisine, sonra ikincisine basmak lazım.
  • اول از بهر دوم باشد چنان ** که شدن بر پایه‌های نردبان
  • İkincisi de bil ki üçüncüsüne çıkmak için kurulmuştur... böyle, böyle merdivenin son basamağına çıkar dama varırsın.
  • و آن دوم بهر سوم می‌دان تمام ** تا رسی تو پایه پایه تا به بام
  • Yemek meni içindir... meni de soy sop üretmek, gönlü gözü aydınlatmak içindir.
  • شهوت خوردن ز بهر آن منی ** آن منی از بهر نسل و روشنی
  • Fakat kısa görüşlü adam, ilk işten başka bir şey görmez... aklı yerde yetişen otlara benzer, yere mahkûmdur, gezmez dolaşamaz. 2895
  • کندبینش می‌نبیند غیر این ** عقل او بی‌سیر چون نبت زمین
  • Otu, ha çağırmışsın,ha çağırmamışsın... ayağı toprağa kakılmış kalmıştır.
  • نبت را چه خوانده چه ناخوانده ** هست پای او به گل در مانده