English    Türkçe    فارسی   

4
2946-2970

  • Bu işi sen dileyerek yapmadın, içinden öyle geldi... seni bu işe sevk eden biziz... Çünkü ben, sana kendimi vermiş değilim, sen varlığını bana vermişsin!
  • تو درین مستعملی نی عاملی ** زانک محمول منی نی حاملی
  • “Sen atmadın o taşları... hakikatte Tanrı attı” ayetine mazhar olmuşsun... kendini köpük gibi dalgaya salıvermiş, bırakmışsın!
  • ما رمیت اذ رمیت گشته‌ای ** خویشتن در موج چون کف هشته‌ای
  • Mademki lâ oldun, illânın yanında ev kur... şaşılacak şey şu: Hem esirsin hem bey!
  • لا شدی پهلوی الا خانه‌گیر ** این عجب که هم اسیری هم امیر
  • Ne verdiysen padişah verdi, sen vermedin... doğruyu Tanrı daha iyi bilir ya, ortada var olan ancak odur.
  • آنچ دادی تو ندای شاه داد ** اوست بس الله اعلم بالرشاد
  • O nedim zahmetten belâdan kurtuldu, fakat bu şefaatçiye öyle bir incindi ki selâm bile vermez oldu. 2950
  • وآن ندیم رسته از زخم و بلا ** زین شفیع آزرد و برگشت از ولا
  • O ihlâs sahibi kişiden dostluğu kesti... yolda rastlasa yüzünü duvara döner, selâm vermezdi!
  • دوستی ببرید زان مخلص تمام ** رو به حایط کرد تا نارد سلام
  • Kendisini kurtaran arkadaşına âdeta yabancı olmuştu... halk şaşırdı, bu iş, ağızlara yayıldı, hikaye gibi söylenmeye başlandı.
  • زین شفیع خویشتن بیگانه شد ** زین تعجب خلق در افسانه شد
  • Herkes, deli değilse neden canını satın alan arkadaşı ile dostluktan vazgeçti.
  • که نه مجنونست یاری چون برید ** از کسی که جان او را وا خرید
  • O, onun başını kurtardı, canını satın aldı... ayağının bastığı yer toprak kesilmeliydi.
  • وا خریدش آن دم از گردن زدن ** خاک نعل پاش بایستی شدن
  • Halbuki bu tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta kin gütmeye başladı diyordu. 2955
  • بازگونه رفت و بیزاری گرفت ** با چنین دلدار کین‌داری گرفت
  • Aralarını bulmak isteyen birisi onu kınadı da dedi ki: Böyle bir öğütçü dosta neden bu cefada bulunuyorsun?
  • پس ملامت کرد او را مصلحی ** کیین جفا چون می‌کنی با ناصحی
  • Padişahın o has dostu, senin canını satın aldı, boynun vurulmadı, kurtuldun, fakat seni o kurtardı!
  • جان تو بخرید آن دلدار خاص ** آن دم از گردن زدن کردت خلاص
  • Kötülük bile yapsaydı kaçmaman gerekti... halbuki o temiz ve iyi dost, sana iyilikte bulundu!
  • گر بدی کردی نبایستی رمید ** خاصه نیکی کرد آن یار حمید
  • Nedim dedi ki: Ben, canımı padişaha feda edecektim... o, neden araya girdi de şefaatte bulundu?
  • گفت بهر شاه مبذولست جان ** او چرا آید شفیع اندر میان
  • O anda ben Tanrıyla öyle bir haldeydim ki aramıza seçilmiş bir peygamber bile giremezdi! 2960
  • لی مع‌الله وقت بود آن دم مرا ** لا یسع فیه نبی مجتبی
  • Padişahın kahrından başka bir rahmet istemem, ondan başka kimseye sığınamam.
  • من نخواهم رحمتی جز زخم شاه ** من نخواهم غیر آن شه را پناه
  • Ben, padişaha yüz tutmuş, onu sevmiş, ondan başkasını yok bilmişim!
  • غیر شه را بهر آن لا کرده‌ام ** که به سوی شه تولا کرده‌ام
  • Kahrı ile başımı kesse bile bana altmış tane can bağışlar!
  • گر ببرد او به قهر خود سرم ** شاه بخشد شصت جان دیگرم
  • Benim işim başımla oynamak, arlıktan geçmektir... padişahımın işi de baş bağışlamaktır.
  • کار من سربازی و بی‌خویشی است ** کار شاهنشاه من سربخشی است
  • Padişahın eliyle kesilen başa ne mutlu... yazıklar olsun ondan başkasına eğilen başa ! 2965
  • فخر آن سر که کف شاهش برد ** ننگ آن سر کو به غیری سر برد
  • Padişah kahreder de geceyi zift gibi karanlık bir hale sokarsa gece, öyle bir yüce dereceye erer ki binlerce bayram günü olmadan bile arlanır!
  • شب که شاه از قهر در قیرش کشید ** ننگ دارد از هزاران روز عید
  • Padişahı gören kimsenin padişahın etrafında dönmesi kahrın da üstündedir, lûtfun da; küfürden de üstündür, dinden de!
  • خود طواف آنک او شه‌بین بود ** فوق قهر و لطف و کفر و دین بود
  • Buna ait âlemde bir söz yoktur... gizlidir, gizlidir gizli!
  • زان نیامد یک عبارت در جهان ** که نهانست و نهانست و نهان
  • Çünkü bu güzel ve temiz adlarla sözler, Âdem kirmanından zuhur etti.
  • زانک این اسما و الفاظ حمید ** از گلابه‌ی آدمی آمد پدید
  • “Allemel’esma” Âdem’e imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil! 2970
  • علم الاسما بد آدم را امام ** لیک نه اندر لباس عین و لام