English    Türkçe    فارسی   

4
3161-3185

  • Bu karının büyüde eşsiz örneksiz olduğunu ve bir ikincisinin bulunmadığını işitmişti.
  • کان عجوزه بود اندر جادوی ** بی‌نظیر و آمن از مثل و دوی
  • Yiğidim, el elin üstündedir... hünerde de, kuvvette de el elin üstündedir arşa varınca!
  • دست بر بالای دستست ای فتی ** در فن و در زور تا ذات خدا
  • Ellerin sonu Tanrı elidir... deniz, şüphe yok ki sellerin varıp döküldüğü son yerdir.
  • منتهای دستها دست خداست ** بحر بی‌شک منتهای سیلهاست
  • Bulutlar da suyu denizden alır... seller akıp gider nihayet ona varır.
  • هم ازو گیرند مایه ابرها ** هم بدو باشد نهایت سیل را
  • Padişah bu oğlan elden gitti dedi. Adam dedi ki: İşte ulu bir derman olarak geldim ya! 3165
  • گفت شاهش کین پسر از دست رفت ** گفت اینک آمدم درمان زفت
  • Bu büyücülerden hiç kimse o kocakarıya eşit olamaz... ancak ben, o yandan geldim, büyüde bilgim çoktur... onunla ben başa çıkarım!
  • نیست همتا زال را زین ساحران ** جز من داهی رسیده زان کران
  • Musa’nın eli gibi Tanrı izniyle onun büyüsünü kökünden yıkar, mahvederim.
  • چون کف موسی به امر کردگار ** نک برآرم من ز سحر او دمار
  • Çünkü bana bu bilgi Tanrı tarafından verildi... hor hakîr büyücülere şakirtlik ederek öğrenmedim.
  • که مرا این علم آمد زان طرف ** نه ز شاگردی سحر مستخف
  • Onun büyüsünü bozmak şehzadenin benzinin sarılığını gidermek için geldim ben!
  • آمدم تا بر گشایم سحر او ** تا نماند شاه‌زاده زردرو
  • Seher çağında mezarlığa git de orada duvarın yanında kireçle boyanmış bir ak mezar var. 3170
  • سوی گورستان برو وقت سحور ** پهلوی دیوار هست اسپید گور
  • Orasını kıbleye doğru kaz; Tanrının kudretine, kuvvetine bak!
  • سوی قبله باز کاو آنجای را ** تا ببینی قدرت و صنع خدا
  • Bu hikâye pek uzundur, sen de usandın... bari fazlasını bırakayım da hulâsasını söyleyeyim.
  • بس درازست این حکایت تو ملول ** زبده را گویم رها کردم فضول
  • O sıkı düğümleri çözdü şehzadeyi mihnetten kurtardı.
  • آن گره‌های گران را بر گشاد ** پس ز محنت پور شه را راه داد
  • Çocuk kendisine gelince koşa, koşa babasının tahtına vardı, yüzlerce mihnetle,
  • آن پسر با خویش آمد شد دوان ** سوی تخت شاه با صد امتحان
  • Secdeye kapandı, yüzünü yerlere sürdü... koltuğunda da bir kılıç ve bir kefen vardı. 3175
  • سجده کرد و بر زمین می‌زد ذقن ** در بغل کرده پسر تیغ و کفن
  • Padişah şenlikler yaptırdı şehir halkı sevindi, o ümidini kesmiş gelinde muradına erdi.
  • شاه آیین بست و اهل شهر شاد ** وآن عروس ناامید بی‌مراد
  • Âlem yeni baştan dirildi, parladı! Şaşarım doğrusu o günde bir gündü bugün de bir gün!
  • عالم از سر زنده گشت و پر فروز ** ای عجب آن روز روز امروز روز
  • Padişah ona öyle bir düğün yaptı ki köpeklerin önüne bile gülsuyu şerbeti kondu.
  • یک عروسی کرد شاه او را چنان ** که جلاب قند بد پیش سگان
  • Büyücü kocakarı kederinden geberdi... çirkin yüzünü de cehennem Malikine tapşırdı çirkin huyunu da!
  • جادوی کمپیر از غصه بمرد ** روی و خوی زشت فا مالک سپرد
  • Şehzade o kocakarı benim aklımı nasıl oldu da çeldi diye hayretlere düşmüştü! 3180
  • شاه‌زاده در تعجب مانده بود ** کز من او عقل و نظر چون در ربود
  • Güzellikte aya benzeyen ve güzellerin güzellik yolunu kesip vuran gelini görünce,
  • نو عروسی دید هم‌چون ماه حسن ** که همی زد بر ملیحان راه حسن
  • Aklı başından gitti düşüp bayıldı... tam üç gün aklı başına gelmedi!
  • گشت بیهوش و برو اندر فتاد ** تا سه روز از جسم وی گم شد فاد
  • Üç gün üç gece kendisini kaybetti. Halk onun baygınlığından meraka düştü.
  • سه شبان روز او ز خود بیهوش گشت ** تا که خلق از غشی او پر جوش گشت
  • Gül suları ile, ilâçlarla nihayet kendisine geldi... yavaş yavaş açıldı, iyiyi, kötüyü anlamaya başladı.
  • از گلاب و از علاج آمد به خود ** اندک اندک فهم گشتش نیک و بد
  • Bir yıl sonra padişah söz arasında ona dedi ki: Oğlum hele o eski sevgiliyi hatırla bakalım! 3185
  • بعد سالی گفت شاهش در سخن ** کای پسر یاد آر از آن یار کهن