English    Türkçe    فارسی   

4
3221-3245

  • Yusuf’un gömleğinin kokusunu kendine senet yap... çünkü onun kokusu gözleri aydın eder!
  • بوی پیراهان یوسف کن سند ** زانک بویش چشم روشن می‌کند
  • O gizli suretle o alındaki nur, peygamberlerin gözlerini uzakları görür bir hale getirmiştir.
  • صورت پنهان و آن نور جبین ** کرده چشم انبیا را دوربین
  • O yüzün nuru, insanı ateşten kurtarır... kendine gel de iğreti nura kâni olma.
  • نور آن رخسار برهاند ز نار ** هین مشو قانع به نور مستعار
  • Bu nur, insana ancak içinde bulunduğu zamanı gösterir; bedeni aklı ve ruhu uyuz eder.
  • چشم را این نور حالی‌بین کند ** جسم و عقل و روح را گرگین کند
  • Görünüşü nurdur ama hakikatte ateştir. Eğer ışık istiyorsan iki elini de bu nurdan çek! 3225
  • صورتش نورست و در تحقیق نار ** گر ضیا خواهی دو دست از وی بدار
  • Ancak içinde bulunduğu zamanı ve hali gören göz ve can, nereye giderse gitsin an be an yüzüstü düşer.
  • دم به دم در رو فتد هر جا رود ** دیده و جانی که حالی‌بین بود
  • Bu çeşit insanlar içinde uzağı gören olsa bile hünersizdir... görür ama uykuda uzağı nasıl görürse öyle görür.
  • دور بیند دوربین بی‌هنر ** هم‌چنانک دور دیدن خواب در
  • Dere kıyısında dudakların kupkuru... yatar uyursun; su aramak içinde seraba doğru koşup gidersin!
  • خفته باشی بر لب جو خشک‌لب ** می‌دوی سوی سراب اندر طلب
  • Uzaklarda serabı görür ona koşar... görüşüne âşık olur,
  • دور می‌بینی سراب و می‌دوی ** عاشق آن بینش خود می‌شوی
  • Uykuda arkadaşlarına gönlü gözü açık olan benim, perdeleri deler, her şeyi görürüm ben... 3230
  • می‌زنی در خواب با یاران تو لاف ** که منم بینادل و پرده‌شکاف
  • İşte bak, şimdi de o tarafta su gördüm... hadi, koşalım, oraya varalım diye atar tutarsın... halbuki o gördüğün seraptır senin.
  • نک بدان سو آب دیدم هین شتاب ** تا رویم آنجا و آن باشد سراب
  • Her adımda bu güzelim sudan biraz daha uzaklaşırsın... koşa, koşa seni aldatan o seraba gûya yaklaşır, fakat hakiki sudan uzak düşersin.
  • هر قدم زین آب تازی دورتر ** دو دوان سوی سراب با غرر
  • Azmin, bu sana gelmiş, akmış ulaşmış olan hakiki suya tam bir perde!
  • عین آن عزمت حجاب این شده ** که به تو پیوسته است و آمده
  • Nice kişiler vardır ki ulaşmak istedikleri yerden hareket eder oraya varmak için yola düşerler.
  • بس کسا عزمی به جایی می‌کند ** از مقامی کان غرض در وی بود
  • Uyuyan kişinin ne gördüğü şey işe yarar, ne söylediği lâf! Gördüğü şey de söylediği söz de bir hayalden başka bir şey değildir, ondan elini çek. 3235
  • دید و لاف خفته می‌ناید به کار ** جز خیالی نیست دست از وی بدار
  • Uykun gelmişse yolda uyu... Tanrı hakkı için, ancak Tanrı yolunda yat.
  • خوابناکی لیک هم بر راه خسپ ** الله الله بر ره الله خسپ
  • Olur ya, belki bir yolcu, rastlar da seni hayallerden, uykudan kurtarır.
  • تا بود که سالکی بر تو زند ** از خیالات نعاست بر کند
  • Uyuyan kişinin düşüncesi, kılı kırk yarsa fayda yok... o incelikle yine köy yolunu bulamaz.
  • خفته را گر فکر گردد هم‌چو موی ** او از آن دقت نیابد راه کوی
  • Uyuyan kişinin düşüncesi, ister iki kat olsun, ister üç kat... yine hata içinde hatadır, yine hat içinde hat.
  • فکر خفته گر دوتا و گر سه‌تاست ** هم خطا اندر خطا اندر خطاست
  • Ona hiç çekinmeden dalgalar gelir vurur da o, yine upuzun çöllerde koşar durur! 3240
  • موج بر وی می‌زند بی‌احتراز ** خفته پویان در بیابان دراز
  • Su, ona şah damarından yakındır da o susuzluktan yanar yakılır!
  • خفته می‌بیند عطشهای شدید ** آب اقرب منه من حبل الورید
  • Kıtlık yılında halk açlıktan ölürken müflis ve ayali kalabalık olduğu halde neşeli ve sevinçli olan zâhide;sevinç zamanı değil,yüzlerce baş sağlığı vermek zamanı deyince zâhidin umrumda bile değil demesi
  • حکایت آن زاهد کی در سال قحط شاد و خندان بود با مفلسی و بسیاری عیان و خلق می‌مردند از گرسنگی گفتندش چه هنگام شادیست کی هنگام صد تعزیت است گفت مرا باری نیست
  • Hani şunun gibi: Kıtlık yılında bir zâhid, bütün kavim ağlayıp sızlarken gülerdi.
  • هم‌چنان کن زاهد اندر سال قحط ** بود او خندان و گریان جمله رهط
  • Dediler ki: “Gülünecek yer değil... kıtlık, müminlerin kökünü kurutmada,
  • پس بگفتندش چه جای خنده است ** قحط بیخ مومنان بر کنده است
  • Rahmet bizden gözünü yumdu... ova, kızgın güneşin tesiri ile yandı, kavruldu!
  • رحمت از ما چشم خود بر دوختست ** ز آفتاب تیز صحرا سوختست
  • Bağlar üzümler simsiyah oldu... ne yerde bir nem var, ne yukarıda ne aşağıda. 3245
  • کشت و باغ و رز سیه استاده است ** در زمین نم نیست نه بالا نه پست