English    Türkçe    فارسی   

4
3621-3645

  • نفس فرعونیست هان سیرش مکن ** تا نیارد یاد از آن کفر کهن
  • بی تف آتش نگردد نفس خوب ** تا نشد آهن چو اخگر هین مکوب
  • Bilmiş ol ki, beden aç kalmayınca, itaatkâr olmaz. Onu, tokken ibadete sevk etmek, soğuk demiri dövmek gibidir. (T.M.)
  • بی‌مجاعت نیست تن جنبش‌کنان ** آهن سردیست می‌کوبی بدان
  • O beden ve ondaki nefs ağlasa ve inim inim inlese de, aklını başına al, Müslüman olmaz. (T.M.)
  • گر بگرید ور بنالد زار زار ** او نخواهد شد مسلمان هوش دار
  • Nefis, kıtlık zamanı Musa’nın huzurunda, yerlere kapanıp yalvaran Firavun’a benzer. (T.M.) 3625
  • او چو فرعونست در قحط آنچنان ** پیش موسی سر نهد لابه‌کنان
  • İnsan, ihtiyaçtan kurtulunca azar. Hani eşeğin, yükünü atınca çifte fırlatması gibi... (T.M.)
  • چونک مستغنی شد او طاغی شود ** خر چو بار انداخت اسکیزه زند
  • İşi ileri gitti ve muradı oldu mu, ağlayıp inlemeleri hep unutulur gider! (T.M.)
  • پس فراموشش شود چون رفت پیش ** کار او زان آه و زاریهای خویش
  • Bir kimse, yıllarca bir şehirde otursa, hatta orada doğsa büyüse, sonra rüyasında… (T.M.)
  • سالها مردی که در شهری بود ** یک زمان که چشم در خوابی رود
  • İyi ve kötü şeylerle dolu bir şehir görse, kendi memleketini unutur. (T.M.)
  • شهر دیگر بیند او پر نیک و بد ** هیچ در یادش نیاید شهر خود
  • “Bulunduğum şehirde, yıllardan beri oturuyorum. Bu yeni şehir, benim memleketim değildir, ben burada iğreti bulunuyorum” demez. (T.M.) 3630
  • که من آنجا بوده‌ام این شهر نو ** نیست آن من درینجاام گرو
  • Belki, daimi surette, gördüğü o yeni şehirde bulunmuş olduğunu zanneder. (T.M.)
  • بل چنان داند که خود پیوسته او ** هم درین شهرش به دست ابداع و خو
  • Ruh da, doğup yer tuttuğu gayb âlemini, o eski vatanını, unutup bu dünyaya meyil gösterirse şaşılmaz. (T.M.)
  • چه عجب گر روح موطنهای خویش ** که بدستش مسکن و میلاد پیش
  • Çünkü bulutun yıldızları örttüğü gibi, uykuda, o eski vatanını hatırından çıkartır. (T.M.)
  • می‌نیارد یاد کین دنیا چو خواب ** می‌فرو پوشد چو اختر را سحاب
  • Hususiyle ruh, bu âleme gelinceye kadar birçok makama ayak basmıştır ki, o makamların tozu, hala onun idrakinden silinmemiştir.(T.M.)
  • خاصه چندین شهرها را کوفته ** گردها از درک او ناروفته
  • İnsan, başından geçenleri bilmek için, sıkı bir azimle işe girişip gönlünü arıtmamıştır ki! (T.M.) 3635
  • اجتهاد گرم ناکرده که تا ** دل شود صاف و ببیند ماجرا
  • Mücahade ile bir ruhun kalbi, esrar penceresinden başını çıkarır da, açılan gözü, evveli ve ahiri görür. (T.M.)
  • سر برون آرد دلش از بخش راز ** اول و آخر ببیند چشم باز
  • اطوار و منازل خلقت آدمی از ابتدا
  • Ruh-i insanî, evvela “Cemat” mertebesine geldi, oradan “Nebatat” mertebesine intikal etti. (T.M.)
  • آمده اول به اقلیم جماد ** وز جمادی در نباتی اوفتاد
  • Yıllarca “Nebatat” âleminde yaşadı da, “Cemat” âleminde bulunduğunu hatırlamadı. Hatta “Cemat” ile harbetti. (T.M.)
  • سالها اندر نباتی عمر کرد ** وز جمادی یاد ناورد از نبرد
  • “Nebatat” âleminden, “Hayvanat” âlemine intikal edince, bu defa da, “Nebat” âleminde bulunmuş olduğu hatırına gelmedi. (T.M.)
  • وز نباتی چون به حیوانی فتاد ** نامدش حال نباتی هیچ یاد
  • Ancak, nebatata karşı, hususiyle baharda çiçeklerin açıldığı devrede bir meyli vardır. (T.M.) 3640
  • جز همین میلی که دارد سوی آن ** خاصه در وقت بهار و ضیمران
  • Çocukların, analarına olan meyli gibi… Ama o, bu meylin ve ana sütüne olan bu iştiyakın sırrını bilmez. (T.M.)
  • هم‌چو میل کودکان با مادران ** سر میل خود نداند در لبان
  • Her yeni dervişin, yüce bahtlı şeyhine fart-ı muhabbeti de, bu meyil kabilindendir. (T.M.)
  • هم‌چو میل مفرط هر نو مرید ** سوی آن پیر جوانبخت مجید
  • Bu dervişin akl-ı cüzisi, akl-ı küll mesabesinde bulunan o şeyh-i kâmil ve mükemmildendir. Bu gölgenin oynaması da, o gül dalının hareketindendir. (T.M.)
  • جزو عقل این از آن عقل کلست ** جنبش این سایه زان شاخ گلست
  • Nihayet gölgesi onda yok olur da, derviş, şeyhine olan muhabbetin sırrını anlar. (T.M.)
  • سایه‌اش فانی شود آخر درو ** پس بداند سر میل و جست و جو
  • Ey iyi talihli kimse! Ağaç sallanmasa, dalının gölgesi nasıl kımıldar? (T.M.) 3645
  • سایه‌ی شاخ دگر ای نیکبخت ** کی بجنبد گر نجنبد این درخت