English    Türkçe    فارسی   

4
3712-3736

  • Bütün âlemi halka gibi çepeçevre çevirmişti... Zülkarneyn, o dağı görüp şaşırdı.
  • گرد عالم حلقه گشته او محیط ** ماند حیران اندر آن خلق بسیط
  • Dedi ki: Sen dağsan öbür dağlar ne? Onlar senin yanında bir oyuncak âdeta!
  • گفت تو کوهی دگرها چیستند ** که به پیش عظم تو بازیستند
  • Kaf dağı dedi ki: O dağlar, benim damarlarımdır... onlar, güzellikte, alımda bana eş olmazlar.
  • گفت رگهای من‌اند آن کوهها ** مثل من نبوند در حسن و بها
  • Benim her şehirde gizli bir damarım vardır... âlemin çevresi damarlarıma bağlıdır. 3715
  • من به هر شهری رگی دارم نهان ** بر عروقم بسته اطراف جهان
  • Allah, bir şehirde yer deprentisi yapmak isterse bana söyler, ben oraya varan damarı oynatırım.
  • حق چو خواهد زلزله‌ی شهری مرا ** گوید او من بر جهانم عرق را
  • O şehre ulaşan damarı kahırla oynattım mı orada yer deprenir.
  • پس بجنبانم من آن رگ را بقهر ** که بدان رگ متصل گشتست شهر
  • Allah yeter deyince damarım yatışır... durur görünürüm ama daima işteyim ben!
  • چون بگوید بس شود ساکن رگم ** ساکنم وز روی فعل اندر تگم
  • Merhem gibi dururum ama hayli iş görürüm... akıl gibi hani; o da durur ama söz, ondan doğar, harekete gelir.
  • هم‌چو مرهم ساکن و بس کارکن ** چون خرد ساکن وزو جنبان سخن
  • Fakat bunu aklı kavramayana göre yer deprentisi yerdeki buharlardan olur. 3720
  • نزد آنکس که نداند عقلش این ** زلزله هست از بخارات زمین
  • Bir karınca, kağıtta giderken kalemin yazı yazdığını görüp kalemi öğmeğe başladı. Gözü keskin olan başka bir karınca, ben görüyorum dedi.. bu hüner parmaklardan;parmakları öğ. Gözü ikisinden de daha iyi gören bir başka karınca dedi ki: Ben,kolu öğerim; çünkü parmaklar, kolun fer'idir saire..
  • موری بر کاغذ می‌رفت نبشتن قلم دید قلم را ستودن گرفت موری دیگر کی چشم تیزتر بود گفت ستایش انگشتان را کن کی آن هنر ازیشان می‌بینم موری دگر کی از هر دو چشم روشن‌تر بود گفت من بازو را ستایم کی انگشتان فرع بازواند الی آخره
  • Bir karıncacık, kâğıt üstünde kalemi gördü; bu sırrı bir başka karıncaya söyledi.
  • مورکی بر کاغذی دید او قلم ** گفت با مور دگر این راز هم
  • Dedi ki: O kalem, kağıdı fesleğen, süsen ve gül bahçesi haline getirdi... acayip şekiller yaptı.
  • که عجایب نقشها آن کلک کرد ** هم‌چو ریحان و چو سوسن‌زار و ورد
  • O karınca, o sanatı yapan parmaklardır... şu kalem, yaptığı işte parmaklara tabidir, parmakların fer-i ve eseridir dedi.
  • گفت آن مور اصبعست آن پیشه‌ور ** وین قلم در فعل فرعست و اثر
  • Üçüncü karınca dedi ki: Hayır... onları yapan koldur. Arık parmaklar, onun kuvvetiyle o nakışları çizdi.
  • گفت آن مور سوم کز بازوست ** که اصبع لاغر ز زورش نقش بست
  • Böylece her biri bahiste ileriye doğru gitti. Nihayet birazcık anlayışı olan ve karıncaların ulusu bulunan bir karınca, 3725
  • هم‌چنین می‌رفت بالا تا یکی ** مهتر موران فطن بود اندکی
  • Dedi ki: Bu hüneri, suret yapıyor sanmayın, öyle görmeyin! Suret, uykuda ve ölümde bundan bihaberdir.
  • گفت کز صورت مبینید این هنر ** که به خواب و مرگ گردد بی‌خبر
  • Suret elbise ve sopa gibidir... bu nakışları, akıldan, candan başka bir şey yapamaz!
  • صورت آمد چون لباس و چون عصا ** جز به عقل و جان نجنبد نقشها
  • Halbuki o da, akılla canın, Allahnın döndürüp hareket ettirmesi olmazsa cansız bir şeyden ibaret olduğunu bilmiyordu.
  • بی‌خبر بود او که آن عقل و فاد ** بی ز تقلیب خدا باشد جماد
  • Allah, akıldan bir an inayeti kesti mi zeka sahibi olan akıl, aptallılar yapar.
  • یک زمان از وی عنایت بر کند ** عقل زیرک ابلهیها می‌کند
  • Zülkarneyn, Kafdağı'nın konuştuğunu, söz incilerini deldiğini görünce, 3730
  • چونش گویا یافت ذوالقرنین گفت ** چونک کوه قاف در نطق سفت
  • Dedi ki: Ey sırları bilen ve her şeyden haberi olan, söz söyleyen dağ, bana Allah sanatlarından bahset.
  • کای سخن‌گوی خبیر رازدان ** از صفات حق بکن با من بیان
  • Kaf dağı dedi ki: Yürü... Allah sanatları söylenebilmekten söze gelmekten çok üstündür.
  • گفت رو کان وصف از آن هایل‌ترست ** که بیان بر وی تواند برد دست
  • Yahut kalemin ne haddi vardır ki sayfalara o sanatların nişânesini yazabilsin!
  • یا قلم را زهره باشد که به سر ** بر نویسد بر صحایف زان خبر
  • Zülkarneyn, ona ait küçük bir hikâye olsun söyle... Allahnın şaşılacak kudretlerinden bahset ey iyi huylu âlim dedi.
  • گفت کمتر داستانی باز گو ** از عجبهای حق ای حبر نکو
  • Kaf dağı dedi ki: "İşte sana üç yüz yıllık yol olan şu ova. Padişah, onu kar dağlarıyla doldurmuştur. 3735
  • گفت اینک دشت سیصدساله راه ** کوههای برف پر کردست شاه
  • Dağ, dağın üstüne sayısız olarak yığılmıştır... daha da her zaman oraya kar yağıp durmada!
  • کوه بر که بی‌شمار و بی‌عدد ** می‌رسد در هر زمان برفش مدد