English    Türkçe    فارسی   

4
590-614

  • Göze Allah’tan bir kuvvet gelince zahiri güneşi hor ve yoksul görür, bayağı bulursun! 590
  • خوار و مسکین بینی او را بی‌قرار ** دیده را قوت شده از کردگار
  • Allah, öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman, yıldız haline gelmiştir...
  • کیمیایی که ازو یک ماثری ** بر دخان افتاد گشت آن اختری
  • Öyle bir görülmedik iksiri vardır ki karanlığı güneş haline getirmiştim.
  • نادر اکسیری که از وی نیم تاب ** بر ظلامی زد به گردش آفتاب
  • Bir acayip sanatkârdır ki bir sanatıyla zühale bu kadar hassa vermiştir...
  • بوالعجب میناگری کز یک عمل ** بست چندین خاصیت را بر زحل
  • Artık sen öbür can yıldızlarıyla can incilerini de var, buna kıyas et!
  • باقی اخترها و گوهرهای جان ** هم برین مقیاس ای طالب بدان
  • Duygu gözü, güneşe zebundur; ilahi bir göz ara, ilahi bir göz bul da, 595
  • دیده‌ی حسی زبون آفتاب ** دیده‌ی ربانیی جو و بیاب
  • Onun bakışına karşı şimşekler saçan güneşin nurları zebun olsun!
  • تا زبون گردد به پیش آن نظر ** شعشعات آفتاب با شرر
  • O bakış nura mensuptur, bu bakış, nâra... Ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!
  • که آن نظر نوری و این ناری بود ** نار پیش نور بس تاری بود
  • Allah sırrını kutlasın, Şeyh Abdullah-ı Mağribi’nin kerametleri
  • کرامات و نور شیخ عبدالله مغربی قدس الله سره
  • Şeyh Abdullah-ı Mağribi dedi ki: “Altmış yıldır ben gece nedir, görmedim.
  • گفت عبدالله شیخ مغربی ** شصت سال از شب ندیدم من شبی
  • Bu altmış yıl içinde ne gündüz, ne de gece... Hiçbir sebeple bir karanlığa düşmedim.”
  • من ندیدم ظلمتی در شصت سال ** نه به روز و نه به شب نه ز اعتلال
  • Sofiler de şeyhin sözünün doğruluğunu söylemişler, demişlerdi ki: “Geceleri ardında giderdik.” 600
  • صوفیان گفتند صدق قال او ** شب همی‌رفتیم در دنبال او
  • Dikenlerle, çukurlarla dolu olan çöllerde yürürdük... O, dolunay gibi önümüzde giderdi.
  • در بیابانهای پر از خار و گو ** او چو ماه بدر ما را پیش‌رو
  • Yüzünü geriye çevirmeden gece vakti, “Dikkat edin, önünüzde çukur var, sola doğru yürüyün” derdi.
  • روی پس ناکرده می‌گفتی به شب ** هین گو آمد میل کن در سوی چپ
  • Bir an sonra da “Sağa gidin, ayağımızın altında diken var” diye seslenirdi.
  • باز گفتی بعد یک دم سوی راست ** میل کن زیرا که خاری پیش پاست
  • Gündüz olur, biz ayağını öperdik... Görürdük ki ayakları gelin ayağı gibi!
  • روز گشتی پاش را ما پای‌بوس ** گشته و پایش چو پاهای عروس
  • Ne topraktan eser var, ne çamurdan... Ne diken yırtmış, ne taş yaralamış! 605
  • نه ز خاک و نه ز گل بر وی اثر ** نه از خراش خار و آسیب حجر
  • Allah, Mağribî’yi maşrıkî etmişti... Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti!
  • مغربی را مشرقی کرده خدای ** کرده مغرب را چو مشرق نورزای
  • Bu serkeş güneşin nuru, aşk meydanının öyle bir atıdır ki halkın ileri gidenlerinin gününü de o korur, geri kalanların gününü de o!
  • نور این شمس شموسی فارس است ** روز خاص و عام را او حارس است
  • O yüce nur nasıl korumaz ki binlerce güneşi izhar eden odur.
  • چون نباشد حارس آن نور مجید ** که هزاران آفتاب آرد پدید
  • Sen onun nuru ile emniyet içinde yürüye dur... Ejderhalar, akrepler arasında yol almaya bak!
  • تو به نور او همی رو در امان ** در میان اژدها و کزدمان
  • O pak nur, senin önünde gider durur... Her yol vuranı tutar, paramparça eder! 610
  • پیش پیشت می‌رود آن نور پاک ** می‌کند هر ره‌زنی را چاک‌چاک
  • “Allah, kıyamet gününde Peygamberini utandırmaz” ayetini doğru bil; “Müminlerin nurları, önlerinde ve sağlarında yürür yollarını aydınlatır” ayetini oku!
  • یوم لا یخزی النبی راست دان ** نور یسعی بین ایدیهم بخوان
  • O nur kıyamette çoğalır ama Allah’tan o nuru burada da istemeli!
  • گرچه گردد در قیامت آن فزون ** از خدا اینجا بخواهید آزمون
  • Çünkü Allah istenen şeye delalet etmeyi daha iyi bilir ama buluta da can nuru bağışlar karanlığa da!
  • کو ببخشد هم به میغ و هم به ماغ ** نور جان والله اعلم بالبلاغ
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in elçilerini, getirdikleri hediyelerle beraber Belkis’e göndermesi ve Belkis’i güneşe tapmadan vazgeçip Allah’a inanmaya davet etmesi
  • بازگردانیدن سلیمان علیه‌السلام رسولان بلقیس را به آن هدیه‌ها کی آورده بودند سوی بلقیس و دعوت کردن بلقیس را به ایمان و ترک آفتاب‌پرستی
  • Süleyman Peygamber, o elçilere dedi ki: “Ey utanan elçiler, geri dönün... Altın sizin olsun; bana gönül getirin, gönül!
  • باز گردید ای رسولان خجل ** زر شما را دل به من آرید دل