English    Türkçe    فارسی   

4
745-769

  • Su, pek derin yerdeydi... Susuzun biri suyun üst tarafında bulunan ceviz ağacına binmiş, ağacı silkeliyordu. 745
  • در نغولی بود آب آن تشنه راند ** بر درخت جوز جوزی می‌فشاند
  • Ağaçtan cevizler, suya düştükçe suyun sesini dinliyor, sudan meydana gelen habbeleri seyrediyordu.
  • می‌فتاد از جوزبن جوز اندر آب ** بانگ می‌آمد همی دید او حباب
  • Bir akıllı adam, bunu görüp dedi ki: Yiğidim bu cevizler, seni susatır!
  • عاقلی گفتش که بگذار ای فتی ** جوزها خود تشنگی آرد ترا
  • Suya bir hayli ceviz düşüyor ama su derinde... Senden uzakta!
  • بیشتر در آب می‌افتد ثمر ** آب در پستیست از تو دور در
  • Sen, yukarıdan aşağıya zahmetlerle ininceye kadar su da onları daha uzağa götürecek!
  • تا تو از بالا فرو آیی به زور ** آب جویش برده باشد تا به دور
  • Adam dedi ki: Benim bu ağaç silkelemeden maksadım ceviz toplamak değil... Görünüşe bakma da maksadıma iyi dikkat et! 750
  • گفت قصدم زین فشاندن جوز نیست ** تیزتر بنگر برین ظاهر مه‌ایست
  • Benim maksadım suyun sesini işitmek ve suda hâsıl olan şu habbeleri görmektir.
  • قصد من آنست که آید بانگ آب ** هم ببینم بر سر آب این حباب
  • Âlemde susuzun, daima havuzun çevresinde dönüp dolaşmaktan başka ne işi var?
  • تشنه را خود شغل چه بود در جهان ** گرد پای حوض گشتن جاودان
  • Hacının Kâbe’nin çevresini tavaf etmesi gibi o da ırmağın, suyun çevresinde dolanır, suyun sesini dinler durur!
  • گرد جو و گرد آب و بانگ آب ** هم‌چو حاجی طایف کعبه‌ی صواب
  • İşte ey halk ziyası Hüsameddin, o susuzun maksadı gibi benim de bu Mesnevi’den maksadım sensin.
  • هم‌چنان مقصود من زین مثنوی ** ای ضیاء الحق حسام‌الدین توی
  • Mesnevi, ferileri bakımından da, asılları bakımından da tamamı ile senindir... onu sen kabul etmişsindir. 755
  • مثنوی اندر فروع و در اصول ** جمله آن تست کردستی قبول
  • Padişahlar, iyiyi de kabul ederler, kötüyü de... Bir şeyi kabul ettiler mi artık reddetmezler.
  • در قبول آرند شاهان نیک و بد ** چون قبول آرند نبود بیش رد
  • Mademki bir fidan diktin, onu sula... Mademki açtın düğümleme!
  • چون نهالی کاشتی آبش بده ** چون گشادش داده‌ای بگشا گره
  • Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın, onu şiir halinde söylemedeki muradım senin sesindir.
  • قصدم از الفاظ او راز توست ** قصدم از انشایش آواز توست
  • Bence sesin, Allah sesidir... Âşık, haşa; sevgilisinden ayrılmaz.
  • پیش من آوازت آواز خداست ** عاشق از معشوق حاشا که جداست
  • Nâsın caniyle nâsın rabbi arasında keyfiyetsiz, kıyasa sığmaz bir ulaşma, bir birlik vardır. 760
  • اتصالی بی‌تکیف بی‌قیاس ** هست رب‌الناس را با جان ناس
  • Fakat nâs dedim, nesnas değil... nas canın canı olan Allah’a aşina olanlardır, başkaları değil!
  • لیک گفتم ناس من نسناس نی ** ناس غیر جان جان‌اشناس نی
  • Nâs dediğim adamdır, adam nerede? Sen adamların başını, görmedin, kuyruksun sen!
  • ناس مردم باشد و کو مردمی ** تو سر مردم ندیدستی دمی
  • “Görünüşte o toprağı atan sen idin, hakikatte Allah idi” ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin, cüz’ülerde kala kalmışsın!
  • ما رمیت اذ رمیت خوانده‌ای ** لیک جسمی در تجزی مانده‌ای
  • A ahmak, cisim ülkeni Belkıs gibi Süleyman Peygamber için terk et!
  • ملک جسمت را چو بلقیس ای غبی ** ترک کن بهر سلیمان نبی
  • Lâhavle diyorum ama sözümden değil... O kötü düşüncelinin vesveselerinden lâhavle demekteyim! 765
  • می‌کنم لا حول نه از گفت خویش ** بلک از وسواس آن اندیشه کیش
  • Çünkü o, benim sözlerime karşı hayallere düşmekte, gönlündeki vesveseler ve şüpheden doğan inkârlar yüzünden hayaller kurmaktadır.
  • کو خیالی می‌کند در گفت من ** در دل از وسواس و انکارات ظن
  • Lâhavle diyorum; yani çaresi yok... Çünkü senin gönlünde benim sözlerimin zıddı olan düşünceler ve sözler var!
  • می‌کنم لا حول یعنی چاره نیست ** چون ترا در دل بضدم گفتنیست
  • Sözlerim, boğazına tıkıldı kaldı, artık ben sustum... Hadi sen, sana lâyık olanı söyle bakalım!
  • چونک گفت من گرفتت در گلو ** من خمش کردم تو آن خود بگو
  • Güzel sesli bir neyzen ney çalarken ansızın aşağı tarafından bir yeldir çıktı!
  • آن یکی نایی خوش نی می‌زدست ** ناگهان از مقعدش بادی بجست