English    Türkçe    فارسی   

4
850-874

  • Ey! Yüreklerinde âşık derdi olmayanlar, kalkın âşık olun... İşte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın! 850
  • ایها السالون قوموا واعشقوا ** ذاک ریح یوسف فاستنشقوا
  • Ey Süleyman’a mensup kuşdili, gel! Hangi kuşun sesi gelirse ona göre nağmeler düz!
  • منطق‌الطیر سلیمانی بیا ** بانگ هر مرغی که آید می‌سرا
  • Allah sesini kuşlara göndermiştir... Her kuşun nağmesini sana öğretmiştir!
  • چون به مرغانت فرستادست حق ** لحن هر مرغی بدادستت سبق
  • Cebrî olan kuşa cebir dilince söyle... Kanadı kırılmış olana sabırdan bahset!
  • مرغ جبری را زبان جبر گو ** مرغ پر اشکسته را از صبر گو
  • Sabreden kuşu hoş gör, affet... Anka’ya Kaf dağının vasıflarını oku!
  • مرغ صابر را تو خوش دار و معاف ** مرغ عنقا را بخوان اوصاف قاف
  • Güvercine doğandan korunmasını emret... Doğana hilmi anlat, can yakmadan çekinmesini söyle! 855
  • مر کبوتر را حذر فرما ز باز ** باز را از حلم گو و احتراز
  • Çaresiz kalan, nurdan mahrum olan yarasayı nura eş et, nura aşina kıl!
  • وان خفاشی را که ماند او بی‌نوا ** می‌کنش با نور جفت و آشنا
  • Savaşan kekliğe sulh öğret... Horozlara sabah çağının alâmetlerini göster!
  • کبک جنگی را بیاموزان تو صلح ** مر خروسان را نما اشراط صبح
  • Hüthütten karakuşa kadar bütün kuşlara böylece yol göster... Allah, doğruyu daha iyi bilir!
  • هم‌چنان می‌رو ز هدهد تا عقاب ** ره نما والله اعلم بالصواب
  • Belkıs’ın saltanattan kurtuluşu, iman şevkiyle mest oluşu, memleketinden hareket esnasında tahtından başka her şeyden vaz geçişi
  • آزاد شدن بلقیس از ملک و مست شدن او از شوق ایمان و التفات همت او از همه‌ی ملک منقطع شدن وقت هجرت الا از تخت
  • Süleyman, Sebe’deki kuşlara bir ıslık çalınca hepsini kendisine bend etti.
  • چون سلیمان سوی مرغان سبا ** یک صفیری کرد بست آن جمله را
  • Ancak canı ve kanadı olmayan yahut balık gibi aslından sağır ve dilsiz olan müstesna! 860
  • جز مگر مرغی که بد بی‌جان و پر ** یا چو ماهی گنگ بود از اصل کر
  • Hayır... yanlış söyledim, sağır bile Allah vahyine karşı baş koyup secde etse Allah ona duygu ihsan eder.
  • نی غلط گفتم که کر گر سر نهد ** پیش وحی کبریا سمعش دهد
  • Belkıs, canla, gönülle Süleyman’a gitmeyi kurdu... Geçmiş zamanlarına açıklandı!
  • چونک بلقیس از دل و جان عزم کرد ** بر زمان رفته هم افسوس خورد
  • Âşıkların adı sanı, arı namusu terk ettikleri gibi o da malını, mülkünü terk etti.
  • ترک مال و ملک کرد او آن چنان ** که بترک نام و ننگ آن عاشقان
  • O nazlı nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuş, kokmuş, çürümüş soğan gibi görünmeye başladı.
  • آن غلامان و کنیزان بناز ** پیش چشمش هم‌چو پوسیده پیاز
  • Bağlar, köşkler, ırmaklar, aşk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu. 865
  • باغها و قصرها و آب رود ** پیش چشم از عشق گلحن می‌نمود
  • Aşk, kızıştı da akın etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür.
  • عشق در هنگام استیلا و خشم ** زشت گرداند لطیفان را به چشم
  • Aşk gayreti, zümrüdü bile insanın gözüne pırasa kadar adi gösterir... İşte “Lâ”nın manası budur.
  • هر زمرد را نماید گندنا ** غیرت عشق این بود معنی لا
  • Ey sığınacak yer arayan, “Lâ ilâhe illâ Hû” budur... Ay bile sana kararmış çömlek gibi görünür!
  • لااله الا هو اینست ای پناه ** که نماید مه ترا دیگ سیاه
  • Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
  • هیچ مال و هیچ مخزن هیچ رخت ** می دریغش نامد الا جز که تخت
  • Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu! 870
  • پس سلیمان از دلش آگاه شد ** کز دل او تا دل او راه شد
  • Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
  • آن کسی که بانگ موران بشنود ** هم فغان سر دوران بشنود
  • “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
  • آنک گوید راز قالت نملة ** هم بداند راز این طاق کهن
  • Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
  • دید از دورش که آن تسلیم کیش ** تلخش آمد فرقت آن تخت خویش
  • Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
  • گر بگویم آن سبب گردد دراز ** که چرا بودش به تخت آن عشق و ساز