English    Türkçe    فارسی   

4
96-120

  • Dostlarınsa hakikatte düşmanlarındır; onlar seni Allah tapısından uzaklaştırır, seni meşgul ederler!
  • در حقیقت دوستانت دشمن‌اند ** که ز حضرت دور و مشغولت کنند
  • Bir hayvan vardır ki adına porsuk derler... Dayak yedikçe şişmanlar, semirir, semirir.
  • هست حیوانی که نامش اشغرست ** او به زخم چوب زفت و لمترست
  • Ona sopayı vurdukça iyileşir. Sopa vuruldukça semirir, büyür...
  • تا که چوبش می‌زنی به می‌شود ** او ز زخم چوب فربه می‌شود
  • İşte müminin canı da hakikatten bir porsuktur, o da zahmet ve meşakkatlerle kuvvetlenir, semirir.
  • نفس مومن اشغری آمد یقین ** کو به زخم رنج زفتست و سمین
  • Bu yüzden peygamberler eziyetlere, zahmetlere uğradılar... Onların çektikleri meşakkat, bütün cihan halkının çektiği meşakkatten daha üstündü, daha artıktı! 100
  • زین سبب بر انبیا رنج و شکست ** از همه خلق جهان افزونترست
  • Çünkü canları da, bütün canlardan daha büyük, daha üstündü... Onun için de onların uğradıkları belâya başka bir taife uğramadı.
  • تا ز جانها جانشان شد زفت‌تر ** که ندیدند آن بلا قوم دگر
  • Deri, ilâçlarla belâlara uğrar da Taif derisi güzel bir hale girer.
  • پوست از دارو بلاکش می‌شود ** چون ادیم طایفی خوش می‌شود
  • Yoksa ona o acı ve keskin ilaçlar sürülmeseydi pis pis kokar, berbat bir hale gelirdi!
  • ورنه تلخ و تیز مالیدی درو ** گنده گشتی ناخوش و ناپاک بو
  • İnsanı da tabaklanmamış deri say... Rutubetten nem kapar, çirkin bir hale gelir, ağır ağır kokar!
  • آدمی را پوست نامدبوغ دان ** از رطوبتها شده زشت و گران
  • Sen, ona acı ve keskin ilâçları fazlaca ver de temizlensin, lâtif bir hale gelsin, semirsin! 105
  • تلخ و تیز و مالش بسیار ده ** تا شود پاک و لطیف و با فره
  • Buna kudretin yoksa senin dileğin olmaksızın Allah bir zahmet verirse ona sabret, ona razı ol!
  • ور نمی‌توانی رضا ده ای عیار ** گر خدا رنجت دهد بی‌اختیار
  • Çünkü dosttan gelen belâ, sizi temizler... Onun bilgisi, sizin tedbirlerinizden üstündür!
  • که بلای دوست تطهیر شماست ** علم او بالای تدبیر شماست
  • Bir adam, belâda sâfa görürse belâ, tatlılaşır... Hasta iyileştiğini görünce ilâç, kendisine hoş gelir.
  • چون صفا بیند بلا شیرین شود ** خوش شود دارو چو صحت‌بین شود
  • Mat olduğu halde kazandığını görür de “Ey sözlerine, özlerine inanılır kişiler, beni öldürün!” der.
  • برد بیند خویش را در عین مات ** پس بگوید اقتلونی یا ثقات
  • Bu kötü kişi de başkasına fayda verdi ama kendi hakkında merdut bir adam kesildi. 110
  • این عوان در حق غیری سود شد ** لیک اندر حق خود مردود شد
  • İmandan gelen merhamet, ondan alındı... Şeytan sıfatı olan kin, ona çattı, sataştı!
  • رحم ایمانی ازو ببریده شد ** کین شیطانی برو پیچیده شد
  • Hiddetin, kinin yapılıp düzüldüğü tezgâh oldu... Bil ki kin, sapıklığın, kâfirliğin temelidir!
  • کارگاه خشم گشت و کین‌وری ** کینه دان اصل ضلال و کافری
  • Birisinin İsa aleyhisselâm’dan “Âlemde bütün güç şeylerin en gücü nedir?” diye sorması
  • سال کردن از عیسی علیه‌السلام کی در وجود از همه‌ی صعبها صعب‌تر چیست
  • Akıllı birisi, İsa’ya “Âlemde her şeyden daha sarp, daha güç nedir?’’ diye sordu.
  • گفت عیسی را یکی هشیار سر ** چیست در هستی ز جمله صعب‌تر
  • İsa dedi ki: “Ey can, en sarp, en güç şey, Allah gazabıdır. Çünkü o gazaptan cehennem bile su gibi titrer!”
  • گفتش ای جان صعب‌تر خشم خدا ** که از آن دوزخ همی لرزد چو ما
  • Adam “Peki, bu Allah gazabından nasıl aman bulmalı?” deyince İsa şöyle cevap verdi: “Kızdığın zaman kızgınlığına uyamamak gerek!” 115
  • گفت ازین خشم خدا چه بود امان ** گفت ترک خشم خویش اندر زمان
  • Kötü kişi bu kızgınlığın madenidir... Onun çirkin kızgınlığı yırtıcı canavarların kızgınlığını da geçer!
  • پس عوان که معدن این خشم گشت ** خشم زشتش از سبع هم در گذشت
  • O hünersiz kişi, kızgınlıktan vazgeçmekten başka Allah’tan ne rahmet umabilir ki?
  • چه امیدستش به رحمت جز مگر ** باز گردد زان صفت آن بی‌هنر
  • Gerçi bunların âlemde bulunmamasına imkân yok; bunlar da lâzım bu dünyaya... Fakat bu sözü söylemek, onları büsbütün sapıklığa atmaktır!
  • گرچه عالم را ازیشان چاره نیست ** این سخن اندر ضلال افکندنیست
  • Dünyada çare yok, sidik de bulunur; bulunur ama arı duru su değildir ya!
  • چاره نبود هم جهان را از چمین ** لیک نبود آن چمین ماء معین
  • Aşığın kötülük etmek istemesi, sevgilinin ona bağırması
  • قصد خیانت کردن عاشق و بانگ بر زدن معشوق بر وی
  • O ahmak adam, sevgilisini yapayalnız görünce hemencecik kucaklamaya, öpmeye kalkıştı. 120
  • چونک تنهااش بدید آن ساده مرد ** زود او قصد کنار و بوسه کرد