English    Türkçe    فارسی   

5
108-132

  • Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
  • که چنین کردست مهمانت ببین  ** خنده‌ای زد رحمةللعالمین 
  • Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
  • که بیار آن مطهره اینجا به پیش  ** تا بشویم جمله را با دست خویش 
  • Herkes “Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de. 110
  • هر کسی می‌جست کز بهر خدا  ** جان ما و جسم ما قربان ترا 
  • Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.
  • ما بشوییم این حدث را تو بهل  ** کار دستست این نمط نه کار دل 
  • Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’nın and içtiği zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
  • ای لعمرک مر ترا حق عمر خواند  ** پس خلیفه کرد و بر کرسی نشاند 
  • Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? “ dedi.
  • ما برای خدمت تو می‌زییم  ** چون تو خدمت می‌کنی پس ما چه‌ایم 
  • Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.”
  • گفت آن دانم و لیک این ساعتیست  ** که درین شستن بخویشم حکمتیست 
  • Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular. 115
  • منتظر بودند کین قول نبیست  ** تا پدید آید که این اسرار چیست 
  • Peygamber o pisliği, bilhassa Allah buyruğu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile değil.
  • او به جد می‌شست آن احداث را  ** خاص ز امر حق نه تقلید و ریا 
  • Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.
  • که دلش می‌گفت کین را تو بشو  ** که درین جا هست حکمت تو بتو 
  • Mustafa, onun pis yatağını eliyle yıkarken o konuğun geri dönmesi, utanıp elbisesini yırtarak kendisine ve haline ağlamaya başlaması ve bunun sebebi
  • سبب رجوع کردن آن مهمان به خانه‌ی مصطفی علیه‌السلام در آن ساعت که مصطفی نهالین ملوث او را به دست خود می‌شست و خجل شدن او و جامه چاک کردن و نوحه‌ی او بر خود و بر سعادت خود 
  • O kafirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı kalmadı.
  • کافرک را هیکلی بد یادگار  ** یاوه دید آن را و گشت او بی‌قرار 
  • Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.
  • گفت آن حجره که شب جا داشتم  ** هیکل آنجا بی‌خبر بگذاشتم 
  • Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil. 120
  • گر چه شرمین بود شرمش حرص برد  ** حرص اژدرهاست نه چیزیست خرد 
  • Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.
  • از پی هیکل شتاب اندر دوید  ** در وثاق مصطفی و آن را بدید 
  • Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü.
  • کان یدالله آن حدث را هم به خود  ** خوش همی‌شوید که دورش چشم بد 
  • Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.
  • هیکلش از یاد رفت و شد پدید  ** اندرو شوری گریبان را درید 
  • İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
  • می‌زد او دو دست را بر رو و سر  ** کله را می‌کوفت بر دیوار و در 
  • Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı. 125
  • آنچنان که خون ز بینی و سرش  ** شد روان و رحم کرد آن مهترش 
  • Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
  • نعره‌ها زد خلق جمع آمد برو  ** گبر گویان ایهاالناس احذروا 
  • Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
  • می‌زد او بر سر کای بی‌عقل سر  ** می‌زد او بر سینه کای بی‌نور بر 
  • Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
  • سجده می‌کرد او کای کل زمین  ** شرمسارست از تو این جزو مهین 
  • Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
  • تو که کلی خاضع امر ویی  ** من که جزوم ظالم و زشت و غوی 
  • Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor: 130
  • تو که کلی خوار و لرزانی ز حق  ** من که جزوم در خلاف و در سبق 
  • Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
  • هر زمان می‌کرد رو بر آسمان  ** که ندارم روی ای قبله‌ی جهان 
  • Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
  • چون ز حد بیرون بلرزید و طپید  ** مصطفی‌اش در کنار خود کشید