English    Türkçe    فارسی   

5
1082-1106

  • Kendi kötü gözü, gözüne perde olmada. Ben seddimi kaldırdım demesi, kendisine set kesilmede.
  • بند چشم اوست هم چشم بدش  ** عین رفع سد او گشته سدش 
  • Aklı kulağına bağ olmada. Ey Tanrı şaşkını, aklını Tanrı’ya ver.
  • بند گوش او شده هم هوش او  ** هوش با حق دار ای مدهوش او 
  • Mustafa aleyhisselam’ın “Bütün dertlerini bir dert yapanı, Tanrı başka dertlerden kurtarır. Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeylere dertlenen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa Tanrı kayırmaz”hadisinin tefsiri
  • در تفسیر قول مصطفی علیه‌السلام من جعل الهموم هما واحدا کفاه الله سائر همومه و من تفرقت به الهموم لا یبالی الله فی ای واد اهلکه 
  • Aklını bir çok yerlere dağıttın. Halbuki o saçma sapan uğraşman, o beyhude mırıldanman, bir tereye bile değmez.
  • هوش را توزیع کردی بر جهات  ** می‌نیرزد تره‌ای آن ترهات 
  • Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere nasıl ulaşabilir? 1085
  • آب هش را می‌کشد هر بیخ خار  ** آب هوشت چون رسد سوی ثمار 
  • Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de tazelendir.
  • هین بزن آن شاخ بد را خو کنش  ** آب ده این شاخ خوش را نو کنش 
  • Şimdi ikisi de yeşil ama sonuna bak. Bu sonunda bir şeye yaramaz, öbürüyse meyve verir.
  • هر دو سبزند این زمان آخر نگر  ** کین شود باطل از آن روید ثمر 
  • Bağın suyu buna helaldir, ona haram. Aralarındaki farkı sonunda görürsün vesselam.
  • آب باغ این را حلال آن را حرام  ** فرق را آخر ببینی والسلام 
  • Adalet nedir? ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? dikeni sulamak.
  • عدل چه بود آب ده اشجار را  ** ظلم چه بود آب دادن خار را 
  • Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su çeken tohumu sulamak değil. 1090
  • عدل وضع نعمتی در موضعش  ** نه بهر بیخی که باشد آبکش 
  • Zulüm nedir? bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymak. Bu da ancak belaya kaynak olur.
  • ظلم چه بود وضع در ناموضعی  ** که نباشد جز بلا را منبعی 
  • Tanrı nimetini cana, akla ver, iç ağrısına uğramış, düğümlerle, sıkıntılarla dopdolu olmuş tabiata değil.
  • نعمت حق را به جان و عقل ده  ** نه به طبع پر زحیر پر گره 
  • Dünya gamının savaşını bedenine yükle. O can çekişmeyi gönlüne, canına az tattır.
  • بار کن بیگار غم را بر تنت  ** بر دل و جان کم نه آن جان کندنت 
  • Yük dengini İsa’nın başına koymuş da; tekme atan, yuvarlanıp kalgıyan eşeği çayıra salıveriyor.
  • بر سر عیسی نهاده تنگ بار  ** خر سکیزه می‌زند در مرغزار 
  • Sürmeyi kulağa çekmezler. Gönül işini bedenden istemek şart değildir. 1095
  • سرمه را در گوش کردن شرط نیست  ** کار دل را جستن از تن شرط نیست 
  • Gönülsen yürü, nazlan, horluk çekme. Bedensen şeker yeme, zehir tat!
  • گر دلی رو ناز کن خواری مکش  ** ور تنی شکر منوش و زهر چش 
  • Zehir bedene faydalıdır, şeker zararlı. Bedenin yardım görmemesi daha iyidir.
  • زهر تن را نافعست و قند بد  ** تن همان بهتر که باشد بی‌مدد 
  • Cehennem odunu bedendir, onu azalt, bir odun daha biterse hemen kes!
  • هیزم دوزخ تنست و کم کنش  ** ور بروید هیزمی رو بر کنش 
  • Yoksa iki alemde de Ebuleheb’in karısı gibi odun hamalı olursun, odun hamalı.
  • ورنه حمال حطب باشی حطب  ** در دو عالم هم‌چو جفت بولهب 
  • Sidre dalını odundan farket, ikisi de yeşil görünür yiğidim ama bir değildir. 1100
  • از حطب بشناس شاخ سدره را  ** گرچه هر دو سبز باشند ای فتی 
  • O dalın aslı yedinci kat göktü. Bu dalın aslı ise ateştir, dumandır.
  • اصل آن شاخست هفتم آسمان  ** اصل این شاخست از نار و دخان 
  • Duyguya göre ikisi de birbirine benzer. Çünkü göz ve duygunun mezhebi, yanlış görmedir.
  • هست مانندا به صورت پیش حس  ** که غلط‌بینست چشم و کیش حس 
  • Bu, can gözüne görünür, gönle varmak için yorul çabala.
  • هست آن پیدا به پیش چشم دل  ** جهد کن سوی دل آ جهد المقل 
  • Ayağın yoksa yuvarlan da nihayet her azı, her çoğu gör.
  • ور نداری پا بجنبان خویش را  ** تا ببینی هر کم و هر بیش را 
  • Şu beytin manası: Yolcuysan, yoldaysan, sana yol açarlar. Yok olursan sana varlıkla yönelirler.
  • در معنی این بیت «گر راه روی راه برت بگشایند ور نیست شوی بهستیت بگرایند» 
  • Zeliha, her taraftan kapıları kapadı ama Yusuf’ta hiçbir hareket görünmedi. 1105
  • گر زلیخا بست درها هر طرف  ** یافت یوسف هم ز جنبش منصرف 
  • Kilit ve kapı tekrar açıldı, yol göründü. Çünkü Yusuf, Tanrısına dayanmıştı, her yana dönüp dolaşmaktaydı.
  • باز شد قفل و در و شد ره پدید  ** چون توکل کرد یوسف برجهید