English    Türkçe    فارسی   

5
1120-1144

  • Boynunu bağlayıp padişaha götürdüler, dediler ki: Bu, ben Tanrı elçisiyim demekte. 1120
  • گردنش بستند و بردندش به شاه  ** کین همی گوید رسولم از اله 
  • Halk, bu ne hiledir, bu ne saçma ve kötü şey diye karınca ve çekirge gibi başına üşüşmüş.
  • خلق بر وی جمع چون مور و ملخ  ** که چه مکرست و چه تزویر و چه فخ 
  • Eğer bu, yokluk aleminden elçi olarak gelmişse diyorlar, biz hep peygamberiz hep yüceyiz.
  • گر رسول آنست که آید از عدم  ** ما همه پیغامبریم و محتشم 
  • Biz de oradan garip olarak geldik, neden bu peygamberlik, sana mahsus olsun?
  • ما از آنجا آمدیم اینجا غریب  ** تو چرا مخصوص باشی ای ادیب 
  • Siz de uyuyan bir çocuk gibi yoldan, duraktan habersiz bir halde gelmediniz mi?
  • نه شما چون طفل خفته آمدیت  ** بی‌خبر از راه وز منزل بدیت 
  • Duraklarda uykuda ve sarhoş olarak geçtiniz. Yoldan, yukarıdan, aşağıdan bir haberiniz bile yoktu. 1125
  • از منازل خفته بگذشتید و مست  ** بی‌خبر از راه و از بالا و پست 
  • Bizse hoş bir halde beş duygu ve altı cihet aleminin ötesinden ta beş duygu ve altı cihet alemine kadar uyanık olarak yürüdük.
  • ما به بیداری روان گشتیم و خوش  ** از ورای پنج و شش تا پنج و شش 
  • Kılavuzlarımız haberdardı yol biliyorlardı. Onun için durakların aslını temelini gördük.
  • دیده منزلها ز اصل و از اساس  ** چون قلاووز آن خبیر و ره‌شناس 
  • Peygamberlik davasına kalkışsan hakkında padişaha, ona işkence ettir de bir daha bu çeşit söz söylemesin dediler.
  • شاه را گفتند اشکنجه‌ش بکن  ** تا نگوید جنس او هیچ این سخن 
  • Padişah, onu pek bitkin pek zayıf gördü. Bir sille vurulsa ölüverecekti.
  • شاه دیدش بس نزار و بس ضعیف  ** که به یک سیلی بمیرد آن نحیف 
  • Artık onu dövmenin ona işkence etmenin imkanı mı vardı? Bedeni adeta cama dönmüştü. 1130
  • کی توان او را فشردن یا زدن  ** که چو شیشه گشته است او را بدن 
  • Padişah, ona güzellikle neden bu serkeşlik davasına giriştin? Diye sorayım,
  • لیک با او گویم از راه خوشی  ** که چرا داری تو لاف سر کشی 
  • Burada sertlik iş görmez tatlı dil, yılanı bile ininden çıkarır dedi.
  • که درشتی ناید اینجا هیچ کار  ** هم به نرمی سر کند از غار مار 
  • Halkı onun başından dağıttı. Padişah iyi bir adamdı zikri, virdi de iyilikti.
  • مردمان را دور کرد از گرد وی  ** شه لطیفی بود و نرمی ورد وی 
  • Onu bir yere oturttu, yerini yurdunu sordu. Neyle geçinirsin nereye sığınırsın dedi.
  • پس نشاندش باز پرسیدش ز جا  ** که کجا داری معاش و ملتجی 
  • Adam dedi ki: Darüsselam’danım, oradan yola çıktım, bu melamet yurduna düştüm. 1135
  • گفت ای شه هستم از دار السلام  ** آمده از ره درین دار الملام 
  • Ne bir evim var, ne benimle düşüp kalkan. Hiç ayın yerde evi olur mu?
  • نه مرا خانه‌ست و نه یک همنشین  ** خانه کی کردست ماهی در زمین 
  • Padişah latife ederek dedi ki: Ne yedin kuşluk övünü olarak neyin var?
  • باز شه از روی لاغش گفت باز  ** که چه خوردی و چه داری چاشت‌ساز 
  • İştahın var mı? Sabahleyin ne yedin ki böyle sarhoş bir hale gelmiş, atıp tutuyor, esip savuruyorsun?
  • اشتهی داری چه خوردی بامداد  ** که چنین سرمستی و پر لاف و باد 
  • Adam, kuru, yaş, ekmeğin olsaydı peygamberlik davasına kalkışır mıydım hiç?
  • گفت اگر نانم بدی خشک و طری  ** کی کنیمی دعوی پیغامبری 
  • Bu kalabalığa peygamberlik etmek, dağda kalp aramaya benzer. 1140
  • دعوی پیغامبری با این گروه  ** هم‌چنان باشد که دل جستن ز کوه 
  • Hiç kimse dağdan, taştan akıl ve gönül aramaz, anlayış ve müşkül şeyleri belleyiş ferasetini istemez.
  • کس ز کوه و سنگ عقل و دل نجست  ** فهم و ضبط نکته‌ی مشکل نجست 
  • Sen ne dersen dağ da sana hemen onu söyler, alaycılar gibi seninle alay eder.
  • هر چه گویی باز گوید که همان  ** می‌کند افسوس چون مستهزیان 
  • Bu kavim nerede, bu kavime haber vermek nerede? Cansız bir şeyden kim can ister?
  • از کجا این قوم و پیغام از کجا  ** از جمادی جان کرا باشد رجا 
  • Sen, bir kadından, yahut paradan haber, verirsen hepsi malını, senin önüne kor.
  • گر تو پیغام زنی آری و زر  ** پیش تو بنهند جمله سیم و سر