English    Türkçe    فارسی   

5
1466-1490

  • O, satın alsa bile ondan kar elde edemezsin. Onda akla fikre değer verme kabiliyeti yoktur.
  • زو نیابی سود و مایه گر خرد  ** نبودش خود قیمت عقل و خرد 
  • O, yarım nal parasına bile sahip değilken sen tutuyor, ona yakut ve lâl gösteriyorsun.
  • نیست او را خود بهای نیم نعل  ** تو برو عرضه کنی یاقوت و لعل 
  • Şeytan, nasıl kendisini taslanmış bir hale getirmişse hırs da tıpkı onun gibi seni kör etmiş, her şeyden mahrum bırakmıştır.
  • حرص کورت کرد و محرومت کند  ** دیو هم‌چون خویش مرجومت کند 
  • O, azapçı Şeytan, Fil ashabı ile Lut kavmini nasıl taşlatmışsa onları da tıpkı öyle taşlatmış, helak etmiştir.
  • هم‌چنانک اصحاب فیل و قوم لوط  ** کردشان مرجوم چون خود آن سخوط 
  • Müşteriyi, sabredenler bulurlar. Çünkü onlar, her müşteriye koşmazlar. 1470
  • مشتری را صابران در یافتند  ** چون سوی هر مشتری نشتافتند 
  • Kim o müşteriden yüz çevirirse o adamdan baht da yüz çevirir, ikbal de, ebedilik de.
  • آنک گردانید رو زان مشتری  ** بخت و اقبال و بقا شد زو بری 
  • Darvan’lilar nasıl haset yüzünden ebedi olarak hasrette kaldılarsa, haris olanlar da ebediyen hasrette kalmışlardır.
  • ماند حسرت بر حریصان تا ابد  ** هم‌چو حال اهل ضروان در حسد 
  • Darvan'lıların Babamız, bönlüğünden bahçenin hasılatından çoğunu yoksullara verirdi. Üzüm oldu mu, onda birini, kuru üzüm yapıldı mı onda birini, helva ve paluze pişirildi mi onda birini, harman toplanıp başaklar yığın yapıldı mı onda birini, harman döğüldü mü onda birini, samanla karışık buğdayın onda birini, buğday samandan ayrıldı mı onda birini, öğütülüp un oldu mu onda birini, hamur yoğruldu mu onda birini, ekmek yapıldı mı yine onda birini verirdi deyip yoksullara haset etmeleri. Ulu Tanrı, bu yüzden o bahçeye, tarlaya bir bereket vermişti ki bütün bahçe sahipleri, o bahçeyle tarlanın sahibine muhtaç olurlar, hem meyve, hem de para isterlerdi. Halbuki o bahçe ve tarla sahibi, onların hiçbirine muhtaç olmazdı. Adamın oğulları, tekrar tekrar onda bir verişi görüyorlardı da, o bereketi görmüyorlardı, hani o kadın gibi... Eşeğin aletini gördü de kabağı göremediydi ya!
  • قصه‌ی اهل ضروان و حسد ایشان بر درویشان کی پدر ما از سلیمی اغلب دخل باغ را به مسکینان می‌داد چون انگور بودی عشر دادی و چون مویز و دوشاب شدی عشر دادی و چون حلوا و پالوده کردی عشر دادی و از قصیل عشر دادی و چون در خرمن می‌کوفتی از کفه‌ی آمیخته عشر دادی و چون گندم از کاه جدا شدی عشر دادی و چون آرد کردی عشر دادی و چون خمیر کردی عشر دادی و چون نان کردی عشر دادی لاجرم حق تعالی در آن باغ و کشت برکتی نهاده بود کی همه اصحاب باغها محتاج او بدندی هم به میوه و هم به سیم و او محتاج هیچ کس نی ازیشان فرزندانشان خرج عشر می‌دیدند منکر و آن برکت را نمی‌دیدند هم‌چون آن زن بدبخت که کدو را ندید و خر را دید 
  • Temiz bir Tanrı adamı vardı. Aklı, her şeye erer, işin sonunu görürdü.
  • بود مردی صالحی ربانیی  ** عقل کامل داشت و پایان دانیی 
  • Yemen ülkesine yakın Darvan şehrindendi, sadaka vermekle, güzel huylu olmakla şöhret kazanmıştı.
  • در ده ضروان به نزدیک یمن  ** شهره اندر صدقه و خلق حسن 
  • Civarı yoksullarla Kâbe kesilmişti. Bir şey umanlar hep onun civarına gelirlerdi. 1475
  • کعبه‌ی درویش بودی کوی او  ** آمدندی مستمندان سوی او 
  • Riyasız olarak mahsulünün onda birini verir, buğday samandan ayrıldı mi tekrar,
  • هم ز خوشه عشر دادی بی‌ریا  ** هم ز گندم چون شدی از که جدا 
  • Öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.
  • آرد گشتی عشر دادی هم از آن  ** نان شدی عشر دگر دادی ز نان 
  • Her elde ettiğinin onda birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı.
  • عشر هر دخلی فرو نگذاشتی  ** چارباره دادی زانچ کاشتی 
  • O, yiğit her zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur;
  • بس وصیتها بگفتی هر زمان  ** جمع فرزندان خود را آن جوان 
  • Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermemezlikte bulunmayın. 1480
  • الله الله قسم مسکین بعد من  ** وا مگیریدش ز حرص خویشتن 
  • Bu onda birleri verin de Tanrı koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.
  • تا بماند بر شما کشت و ثمار  ** در پناه طاعت حق پایدار 
  • Tahmine şüpheye hacet yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Tanrıdır, meyveleri veren de.
  • دخلها و میوه‌ها جمله ز غیب  ** حق فرستادست بی‌تخمین و ریب 
  • Gelir zamanında harcedersen bu harcetmen, kar kazancıdır, kar edersin.
  • در محل دخل اگر خرجی کنی  ** درگه سودست سودی بر زنی 
  • Köylünün çoğu tarlasından elde ettiği tohumu yine eker.
  • ترک اغلب دخل را در کشت‌زار  ** باز کارد که ویست اصل ثمار 
  • Yediğinden fazlasını yine tohumluk yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez. 1485
  • بیشتر کارد خورد زان اندکی  ** که ندارد در بروییدن شکی 
  • Tohumu, o yerden elde ettiği için yine o yere saçmaktan çekinmez.
  • زان بیفشاند به کشتن ترک دست  ** که آن غله‌ش هم زان زمین حاصل شدست 
  • Kunduracı da ekmeğinden arttırdığı parayla gön ve sahtiyan satın alır.
  • کفشگر هم آنچ افزاید ز نان  ** می‌خرد چرم و ادیم و سختیان 
  • Elime ne geçiyorsa bunlardan geçiyor. Kapalı rızkım bunlarla açılıyor der.
  • که اصول دخلم اینها بوده‌اند  ** هم ازینها می‌گشاید رزق بند 
  • Eline geçen para o yüzden geçtiğinden parasını ona sarf eder.
  • دخل از آنجا آمدستش لاجرم  ** هم در آنجا می‌کند داد و کرم 
  • Fakat bu yer ve deri, ancak perdedir. Asıl rızkı, her an Tanrıdan bil. 1490
  • این زمین و سختیان پرده‌ست و بس  ** اصل روزی از خدا دان هر نفس