English    Türkçe    فارسی   

5
1508-1532

  • Elimdeki sermaye, elimden çıkmadan işi anladım, yoksa yine sonunda o kumasın ayıbı meydana çıkacaktı.
  • پیش از آن کز دست سرمایه شدی  ** عاقبت معیوب بیرون آمدی 
  • Mal da gidecekti ömür de. Bir yırtık kumaş için malımı da verecektin canımı da.
  • مال رفته عمر رفته ای نسیب  ** ماه و جان داده پی کاله‌ی معیب 
  • Malımı mülkümü verip kalp para alacaktım, sonra da sevine, sevine evimin yolunu tutacaktım. 1510
  • رخت دادم زر قلبی بستدم  ** شاد شادان سوی خانه می‌شدم 
  • Şükürler olsun ki altının kalp olduğunu, ömrümü o yüzden harcamadan meydana çıktı.
  • شکر کین زر قلب پیدا شد کنون  ** پیش از آنک عمر بگذشتی فزون 
  • Yoksa kalp, ta sona kadar boynumda kalacaktı. Bos yere de ömrümü zayi edecektim.
  • قلب ماندی تا ابد در گردنم  ** حیف بودی عمر ضایع کردنم 
  • Mademki paranın kalp olduğu şimdiden anlaşıldı, ben de ondan ayağımı hemen çekeyim.
  • چون بگه‌تر قلبی او رو نمود  ** پای خود زو وا کشم من زود زود 
  • Dostun, sana düşmanlık eder, hasedini, kinini dışarıya vursa,
  • یار تو چون دشمنی پیدا کند  ** گر حقد و رشک او بیرون زند 
  • Senden yüz çevirdiği için feryat etme. Kendini ahmak ve bilgisiz bir hale düşürme. 1515
  • تو از آن اعراض او افغان مکن  ** خویشتن را ابله و نادان مکن 
  • Tanrıya şükret yoksullara ekmek ver ki onun çuvalında eskimedin, yıpranmadın.
  • بلک شکر حق کن و نان بخش کن  ** که نگشتی در جوال او کهن 
  • Ebedi ve doğru bir dost aramak üzere çuvalından tez çıktın.
  • از جوالش زود بیرون آمدی  ** تا بجویی یار صدق سرمدی 
  • Ne nazlı, ne vefalı sevgidir o ki ölümünden sonra bile dostluğu bir katken üç kat olur, bağlılığındaki kuvvet üç kat artar.
  • نازنین یاری که بعد از مرگ تو  ** رشته‌ی یاری او گردد سه تو 
  • O dost, ya padişahtır, yüce bir sultandır, yahut da padişahın makbulü olan yanında şefaati kabul edilen bir kuldur.
  • آن مگر سلطان بود شاه رفیع  ** یا بود مقبول سلطان و شفیع 
  • Düzenbaz, hileci, riyakar dosttan kurtuldun, ölmeden önce onun düzenini riyasını gördün. 1520
  • رستی از قلاب و سالوس و دغل  ** غر او دیدی عیان پیش از اجل 
  • Eğer alemde halkın sana su cefasını bilsen bu, sence gizli bir altın hazinesi sayılır.
  • این جفای خلق با تو در جهان  ** گر بدانی گنج زر آمد نهان 
  • Halkı, sana karsı kötü huylu eder de sonunda çaresiz kalırsın, hepsinden yüz çevirirsin.
  • خلق را با تو چنین بدخو کنند  ** تا ترا ناچار رو آن سو کنند 
  • Şunu iyice bil ki nihayet hepsi de düşman olacak, baş kesici hasım kesilecektir.
  • این یقین دان که در آخر جمله‌شان  ** خصم گردند و عدو و سرکشان 
  • Sen de mezarda tek Tanrı’dan “Yarabbi, beni tek bırakma” diye feryat edeceksin.
  • تو بمانی با فغان اندر لحد  ** لا تذرنی فرد خواهان از احد 
  • Ey cefası vefalıların ahdından güzel olan dost, vefalıların bal gibi vefaları da sendendir. 1525
  • ای جفاات به ز عهد وافیان  ** هم ز داد تست شهد وافیان 
  • Ey ambar sahibi, sözü aklından duy da buğdayını Tanrı yerine saç!
  • بشنو از عقل خود ای انباردار  ** گندم خود را به ارض الله سپار 
  • Saç da hırsızdan da emin olsun, buğday bitinden de. Şeytanı, Şeytanın oğlu ile beraber çabuk öldür.
  • تا شود آمن ز دزد و از شپش  ** دیو را با دیوچه زوتر بکش 
  • Çünkü o, seni yoksullukla korkutup durmadadır. Ey erkek çakır kuşu, ceylan avlar gibi avla onu.
  • کو همی ترساندت هم دم ز فقر  ** هم‌چو کبکش صید کن ای نره صقر 
  • Padişahın, muradına erişmiş yüce doğanı, ceylana avlanırsa ayıptır.
  • باز سلطان عزیزی کامیار  ** ننگ باشد که کند کبکش شکار 
  • Adam bu çeşit bir hayli öğüt tohumları ekti ama oğullarının yeri çoraktı bir fayda vermedi. 1530
  • بس وصیت کرد و تخم وعظ کاشت  ** چون زمین‌شان شوره بد سودی نداشت 
  • Öğütçü, yüzlerce çalışıp çabalasa öğüdü duymak ve kabullenmek için dinleyende kabul edici kulak gerek.
  • گرچه ناصح را بود صد داعیه  ** پند را اذنی بباید واعیه 
  • Sen yüzlerce lütuflarda bulunarak ona öğüt verirsin ama bu öğütün, onun kulağına bile girmez.
  • تو به صد تلطیف پندش می‌دهی  ** او ز پندت می‌کند پهلو تهی