English    Türkçe    فارسی   

5
1657-1681

  • Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol, o emri tut dedi ama,
  • گفت آخر امر فرمود او به حلم  ** هر دو امرند آن بگیر از راه علم 
  • Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa az uy.
  • گفت آن تاویل باشد یا قیاس  ** در صریح امر کم جو التباس 
  • Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ.
  • فکر خود را گر کنی تاویل به  ** که کنی تاویل این نامشتبه 
  • Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kanla doldu. 1660
  • دل همی‌سوزد مرا بر لابه‌ات  ** سینه‌ام پر خون شد از شورابه‌ات 
  • Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum.
  • نیستم بی‌رحم بل زان هر سه پاک  ** رحم بیشستم ز درد دردناک 
  • Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse,
  • گر طبانجه می‌زنم من بر یتیم  ** ور دهد حلوا به دستش آن حلیم 
  • Bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah Eğer o tatlıya kanarsa.
  • این طبانجه خوشتر از حلوای او  ** ور شود غره به حلوا وای او 
  • Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Tanri, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede.
  • بر نفیر تو جگر می‌سوزدم  ** لیک حق لطفی همی‌آموزدم 
  • Gizli lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akikin pislik içinde oluşu gibi. 1665
  • لطف مخفی در میان قهرها  ** در حدث پنهان عقیق بی‌بها 
  • Tanrı’nın kahrı, benim ilmimden yüz kat iyidir. Tanrı’dan canını esirgemek can çekişmektir.
  • قهر حق بهتر ز صد حلم منست  ** منع کردن جان ز حق جان کندنست 
  • Onun en kötü kahrı, iki alemin de ilminden iyidir. Ne güzeldir alemlerin rabbi ve ne iyidir onun yardımı.
  • بترین قهرش به از حلم دو کون  ** نعم رب‌العالمین و نعم عون 
  • Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek, adamın canına canlar katar.
  • لطفهای مضمر اندر قهر او  ** جان سپردن جان فزاید بهر او 
  • Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Madem ki Tanrı gel diyor, başını ayak yap da koş.
  • هین رها کن بدگمانی و ضلال  ** سر قدم کن چونک فرمودت تعال 
  • Onun gel demesi, insana yücelikler verir; sarhoşluklar, eşler, yaygılar bağışlar. 1670
  • آن تعال او تعالیها دهد  ** مستی و جفت و نهالیها دهد 
  • Ben o yüce emri hiç, ama hiçbir suretle tevil edemem.
  • باری آن امر سنی را هیچ هیچ  ** من نیارم کرد وهن و پیچ پیچ 
  • Dertli toprak bütün bunları duydu. Fakat o kötü zan, kulağına küpe olmuştu, ondan vazgeçmedi.
  • این همه بشنید آن خاک نژند  ** زان گمان بد بدش در گوش بند 
  • Aşağılık toprak tekrar başka bir çeşit yalvarmaya, sarhoş gibi secde etmeye başladı.
  • باز از نوعی دگر آن خاک پست  ** لابه و سجده همی‌کرد او چو مست 
  • Azrail dedi ki: Yeter, artık bundan fazlası yok. Hem benden sana ziyan da gelmez. Ben, istersen sana başımı, canımı rehin vereyim.
  • گفت نه برخیز نبود زین زیان  ** من سر و جان می‌نهم رهن و ضمان 
  • Yalvarmayı düşünme, Artık o merhamet ve adalet sahibi padişahtan başkasına yalvarma da. 1675
  • لابه مندیش و مکن لابه دگر  ** جز بدان شاه رحیم دادگر 
  • Ben emir kuluyum, emri terk edemem. Onun emri, denizden toz koparır.
  • بنده فرمانم نیارم ترک کرد  ** امر او کز بحر انگیزید گرد 
  • O kulağı, gözü, başı, yaratan Tanrı’nın emrinden başka kendiliğimden ne bir hayır dilerim, ne bir şer.
  • جز از آن خلاق گوش و چشم و سر  ** نشنوم از جان خود هم خیر و شر 
  • Kulağım onun sözünden başka söze sağır. O, bana tatlı canımdan da değerli.
  • گوش من از گفت غیر او کرست  ** او مرا از جان شیرین جان‌ترست 
  • Can, ondan geldi, o candan değil. O, bedavaca yüz binlerce can verir.
  • جان ازو آمد نیامد او ز جان  ** صدهزاران جان دهم او رایگان 
  • Can nedir ki kerem sahibinden esirgeyeyim? Pire de nedir ki onun yüzünden yorganı yakayım? 1680
  • جان کی باشد کش گزینم بر کریم  ** کیک چه بود که بسوزم زو گلیم 
  • Ben, onun hayrından başka bir hayır bilmem. Ondan başkasına sağırım, dilsiz, körüm.
  • من ندانم خیر الا خیر او  ** صم و بکم و عمی من از غیر او