English    Türkçe    فارسی   

5
1852-1876

  • Artık o ebedi ve daimi nur karşısında insanlar babasının debdebesi ve ihtiyarı nedir ki?
  • خود چه باشد پیش نور مستقر  ** کر و فر اختیار بوالبشر 
  • Onun söyleyen dili, bir et parçası, gören gözü bir et lokması.
  • گوشت‌پاره آلت گویای او  ** پیه‌پاره منظر بینای او 
  • Duyan kulağı, iki parça kemikten, anlayan kalbi iki kahra kanan ibaret.
  • مسمع او آن دو پاره استخوان  ** مدرکش دو قطره خون یعنی جنان 
  • Sen pisliklerle dopdolu bir kurtcağızsın. Fakat cihana bir gürültü saldın. 1855
  • کرمکی و از قذر آکنده‌ای  ** طمطراقی در جهان افکنده‌ای 
  • Meniden yaratıldın, benliği bırak. Ey Eyaz, çarığı hatırla.
  • از منی بودی منی را واگذار  ** ای ایاز آن پوستین را یاد دار 
  • Eyaz'ın çarık ve postunu koyduğu bir odası vardı. Kapısı sağlam ve kilitli olduğu için kapı yoldaşları, orada bir define var sanırlardı.
  • قصه‌ی ایاز و حجره داشتن او جهت چارق و پوستین و گمان آمدن خواجه تاشانس را کی او را در آن حجره دفینه است به سبب محکمی در و گرانی قفل 
  • Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı.
  • آن ایاز از زیرکی انگیخته  ** پوستین و چارقش آویخته 
  • Her gün o boş odaya gider, kendi kendisine Ululanma derdi, işte çağırın şu.
  • می‌رود هر روز در حجره‌ی خلا  ** چارقت اینست منگر درعلا 
  • Padişaha onun bir odası var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş.
  • شاه را گفتند او را حجره‌ایست  ** اندر آنجا زر و سیم و خمره‌ایست 
  • Kimseyi oraya sokmuyor. Daima kapısını kapalı tutuyor. 1860
  • راه می‌ندهد کسی را اندرو  ** بسته می‌دارد همیشه آن در او 
  • Padişah dedi ki: Tuhaf şey. O kölenin bizden gizlediği nedir ki acaba?
  • شاه فرمود ای عجب آن بنده را  ** چیست خود پنهان و پوشیده ز ما 
  • Bir beye, Oraya git, gece yarısı kapıyı aç, odaya gir.
  • پس اشارت کرد میری را که رو  ** نیم‌شب بگشای و اندر حجره شو 
  • Ne bulursan yağma et, sırrını da kapı yoldaşlarına aç.
  • هر چه یابی مر ترا یغماش کن  ** سر او را بر ندیمان فاش کن 
  • Bizden bu kadar ikramlar gördüğü, sayısız lütuflarımıza nail olduğu halde hasisliğinden altın gümüş biriktiriyor ha!
  • با چنین اکرام و لطف بی‌عدد  ** از لیمی سیم و زر پنهان کند 
  • Vefa gösterme de seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip arpa satan hey! 1865
  • می‌نماید او وفا و عشق و جوش  ** وانگه او گندم‌نمای جوفروش 
  • Sevgide dirilik bulana kulluktan başka her şey haramdır, dedi.
  • هر که اندر عشق یابد زندگی  ** کفر باشد پیش او جز بندگی 
  • Gece yarısı o bey, otuz tane güvenilir adamla Eyaz’ın odasını açmaya gitti.
  • نیم‌شب آن میر با سی معتمد  ** در گشاد حجره‌ی او رای زد 
  • Bunca yiğit meşaleler yakmışlar, sevinerek odaya gidiyorlar.
  • مشعله بر کرده چندین پهلوان  ** جانب حجره روانه شادمان 
  • Padişahın emri bu. Odayı açacak, altın torbalarını alacağız diyorlardı.
  • که امر سلطانست بر حجره زنیم  ** هر یکی همیان زر در کش کنیم 
  • Onların birisi hey gidi hey diyordu, altın da nedir? Akik, lâl ve inciden haber ver. 1870
  • آن یکی می‌گفت هی چه جای زر  ** از عقیق و لعل گوی و از گهر 
  • Çünkü Padişah mahzeninin en has kulu o. Hatta bu güz o padişaha can mesabesinde.
  • خاص خاص مخزن سلطان ویست  ** بلک اکنون شاه را خود جان ویست 
  • Böyle bir sevgiye karsı yakutun, lâl-in akikin sözü mü olur?
  • چه محل دارد به پیش این عشیق  ** لعل و یاقوت و زمرد یا عقیق 
  • Padişahın ondan şüphesi yoktu. Sınama için bir latifeye girişmişti.
  • شاه را بر وی نبودی بد گمان  ** تسخری می‌کرد بهر امتحان 
  • Onu her türlü gıllugıştan temiz biliyordu. Fakat yine de vehmimden gönlü titriyordu.
  • پاک می‌دانستش از هر غش و غل  ** باز از وهمش همی‌لرزید دل 
  • Allah esirgesin diyordu, ya böyle bir şey çıkarda bundan incinirse. Utanmasını hiç istemem. 1875
  • که مبادا کین بود خسته شود  ** من نخواهم که برو خجلت رود 
  • Bunu yapmamıştır ya, yapsa bile pekala yapmış. O benim sevgilim, ne dilerse yapsın!
  • این نکردست او و گر کرد او رواست  ** هر چه خواهد گو بکن محبوب ماست