English    Türkçe    فارسی   

5
1892-1916

  • Çünkü filim rüyada Hindistan’ı gördü. Köy harab oldu, haraçtan ümidini kes.
  • زانک پیلم دید هندستان به خواب  ** از خراج اومید بر ده شد خراب 
  • Aklım fikrim zayi olduktan sonra nasıl nazım düzebilir, kafiyeye riayet edebilirim?
  • کیف یاتی النظم لی والقافیه  ** بعد ما ضاعت اصول العافیه 
  • Dertlerle deliliğim bir değil ki. Bende delilik içinde delilik var, delilik içinde delilik.
  • ما جنون واحد لی فی الشجون  ** بل جنون فی جنون فی جنون 
  • Yoklukta varlığı göreli bedenim gizli işaretlerden eridi bitti. 1895
  • ذاب جسمی من اشارات الکنی  ** منذ عاینت البقاء فی الفنا 
  • Ey Eyaz aşkınla kıla döndüm, hikayeyi söylemeden kaldım, Artık sen benim hikayemi söyle.
  • ای ایاز از عشق تو گشتم چو موی  ** ماندم از قصه تو قصه‌ی من بگوی 
  • Ben aşkla senin hikayeni çok söyledim. Artık ben hikayeye döndüm, sen benim hikayemi oku.
  • بس فسانه‌ی عشق تو خواندم به جان  ** تو مرا که افسانه گشتستم بخوان 
  • Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına benzerim, sen Musa’sın bu da ses.
  • خود تو می‌خوانی نه من ای مقتدی  ** من که طورم تو موسی وین صدا 
  • Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir.
  • کوه بیچاره چه داند گفت چیست  ** زانک موسی می‌بداند که تهیست 
  • Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir. 1900
  • کوه می‌داند به قدر خویشتن  ** اندکی دارد ز لطف روح تن 
  • Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
  • تن چو اصطرلاب باشد ز احتساب  ** آیتی از روح هم‌چون آفتاب 
  • Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
  • آن منجم چون نباشد چشم‌تیز  ** شرط باشد مرد اصطرلاب‌ریز 
  • Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
  • تا صطرلابی کند از بهر او  ** تا برد از حالت خورشید بو 
  • Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?
  • جان کز اصطرلاب جوید او صواب  ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب 
  • Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün. 1905
  • تو که ز اصطرب دیده بنگری  ** درجهان دیدن یقین بس قاصری 
  • Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
  • تو جهان را قدر دیده دیده‌ای  ** کو جهان سبلت چرا مالیده‌ای 
  • Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.
  • عارفان را سرمه‌ای هست آن بجوی  ** تا که دریا گردد این چشم چو جوی 
  • Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz?
  • ذره‌ای از عقل و هوش ار با منست  ** این چه سودا و پریشان گفتنست 
  • Aklım, fikrim başımda yoksa benim bunda ne günahım var?
  • چونک مغز من ز عقل و هش تهیست  ** پس گناه من درین تخلیط چیست 
  • Benim günahım yok ama aklimi alan sevgilinin de günahı yok. Bütün akılların aklı onun huzurunda ölüp gitmede. 1910
  • نه گناه اوراست که عقلم ببرد  ** عقل جمله‌ی عاقلان پیشش بمرد 
  • Ey akıllara fitne salan, onları hayran eden, akılların senden başka sığınacağı yer yok.
  • یا مجیر العقل فتان الحجی  ** ما سواک للعقول مرتجی 
  • Beni çıldırttığın demden beri aklı hiç arzulamadım. Beni süsleyip bezediğin zamandan beri güzelliğe hiç haset etmedim.
  • ما اشتهیت العقل مذ جننتنی  ** ما حسدت الحسن مذ زینتنی 
  • Senin sevdana düşüp çıldırmam hoş ve iyi değil mi? Tanrı sana hayırlar versin, evet iyi de!
  • هل جنونی فی هواک مستطاب  ** قل بلی والله یجزیک الثواب 
  • O ister Arapça söylesin ister Farsça. Nerede bir kulak nerede bir akıl ki o sözleri anlasın.
  • گر بتازی گوید او ور پارسی  ** گوش و هوشی کو که در فهمش رسی 
  • Onun şarabı, her aklın harcı değil. Onun küpesi her kulağın oyuncağı değil. 1915
  • باده‌ی او درخور هر هوش نیست  ** حلقه‌ی او سخره‌ی هر گوش نیست 
  • Bir kere daha delicesine geldim işte. Yürü, yürü ey can, çabuk bir zincir getir.
  • باز دیگر آمدم دیوانه‌وار  ** رو رو ای جان زود زنجیری بیار