English    Türkçe    فارسی   

5
2059-2083

  • Hırs üstün gelmişti, altın da can gibi sevgiliydi. Artık o anda aklın sesi duyulmaz olmuştu.
  • حرص غالب بود و زر چون جان شده  ** نعره‌ی عقل آن زمان پنهان شده 
  • Hırsları şamataları bir iken yüz olmuştu. Aklın tedbir ve irşadı artık gizlenmişti. 2060
  • گشته صدتو حرص و غوغاهای او  ** گشته پنهان حکمت و ایمای او 
  • Nihayet aldanma kuyusuna düşecekler, o vakit hikmetin kınamasını duyacaklardı.
  • تا که در چاه غرور اندر فتد  ** آنگه از حکمت ملامت بشنود 
  • Tuzağın ipine dolaşıp gururu kırılınca nefsi levvamenin kınanmasını işiteceklerdi.
  • چون ز بند دام باد او شکست  ** نفس لوامه برو یابید دست 
  • Bu çeşit adam, başını bela duvarına çarpmadıkça kulağı sağırdır, gönlün öğüdünü duymaz.
  • تا به دیوار بلا ناید سرش  ** نشنود پند دل آن گوش کرش 
  • Helva ve şeker hırsı çocukların iki kulağını sağır eder, öğütleri duymaz.
  • کودکان را حرص گوزینه و شکر  ** از نصیحتها کند دو گوش کر 
  • Fakat çıban çıkarmaya başladı mı kulakları açılır, öğütleri dinler. 2065
  • چونک دردت دنبلش آغاز شد  ** در نصیحت هر دو گوشش باز شد 
  • O birkaç kişi yüzlerce hırsla, yüzlerce hevesle odanın kapısını açtılar.
  • حجره را با حرص و صدگونه هوس  ** باز کردند آن زمان آن چند کس 
  • Kokmuş ayrana üşüsen, ayranın içine düşen sinekler gibi birbirlerini çiğneyerek odaya girdiler.
  • اندر افتادند از در ز ازدحام  ** هم‌چو اندر دوغ گندیده هوام 
  • Sinekler de ayrana debdebeyle ve koşa,koşa atılırlar ama içine düştüler mi içmelerine imkan bulunmaz, iki kanatları da ıslanır kala kalırlar.
  • عاشقانه در فتد با کر و فر  ** خورد امکان نی و بسته هر دو پر 
  • Onlar da içeri girip sağa, sola bakındılar. Fakat odada bir yırtık çarıkla bir eski kürkten başka bir şey yoktu.
  • بنگریدند از یسار و از یمین  ** چارقی بدریده بود و پوستین 
  • Tekrar burası boş olamaz. Bu çarık, işi gizlemek için konmuş. 2070
  • باز گفتند این مکان بی‌نوش نیست  ** چارق اینجا جز پی روپوش نیست 
  • Keskin kazmalar getirelim de yeri kazalım dediler.
  • هین بیاور سیخهای تیز را  ** امتحان کن حفره و کاریز را 
  • Her tarafı kazdılar estiler. Delikler açtılar, derin,derin çukurlar kazdılar.
  • هر طرف کندند و جستند آن فریق  ** حفره‌ها کردند و گوهای عمیق 
  • Çukurları kazarlarken o çukurlar, onlara, a kazıcılar, bizde bir şey yok diyordu.
  • حفره‌هاشان بانگ می‌داد آن زمان  ** کنده‌های خالییم ای کندگان 
  • Nihayet bir şey bulamayınca bu zandan utandılar, çukurları doldurmaya koyuldular.
  • زان سگالش شرم هم می‌داشتند  ** کنده‌ها را باز می‌انباشتند 
  • Her biri sayısız Lahavle okumaktaydı. Tamah kuşları gıdasız kalmıştı. 2075
  • بی‌عدد لا حول در هر سینه‌ای  ** مانده مرغ حرصشان بی‌چینه‌ای 
  • Duvarın, kapının yarıkları, delikleri, onların o beyhude sapıklığına şahitti.
  • زان ضلالتهای یاوه‌تازشان  ** حفره‌ی دیوار و در غمازشان 
  • Sanki duvar değildi, inkar edememeleri için Eyaz’ın huzurunda onlar aleyhinde birer tanıktı.
  • ممکن اندای آن دیوار نی  ** با ایاز امکان هیچ انکار نی 
  • Suçsuz birisine bir töhmet atıldı mı duvar ve ören tanıklık verir.
  • گر خداع بی‌گناهی می‌دهند  ** حایط و عرصه گواهی می‌دهند 
  • Hasılı üstleri, basları tozla toprakla dolu, yüzleri sapsarı utanmış bir halde Padişahın huzuruna vardılar.
  • باز می‌گشتند سوی شهریار  ** پر ز گرد و روی زرد و شرمسار 
  • Kovucuların, Eyaz'ın odasından torbaları boş, utanmış olarak Padişahın huzuruna gelmeleri, Nitekim "O gün bir gündür ki yüzler ağarır o gün, yüzler kararır" ve "Tanrıya yalan isnad edenleri görürsün ki yüzleri kapkara olmuş" ayetleri hükmünce peygamberlerin kötülükten ari ve tertemiz oldukları anlaşılınca onlar hakkında kötü düşüncelere saplananlar da utanırlar.
  • بازگشتن نمامان از حجره‌ی ایاز به سوی شاه توبره تهی و خجل هم‌چون بدگمانان در حق انبیا علیهم‌السلام بر وقت ظهور برائت و پاکی ایشان کی یوم تبیض وجوه و تسود وجوه و قوله تری الذین کذبوا علی الله وجوههم مسودة 
  • Padişah mahsustan fikrini gizleyerek onlara “Hayrola koltuklarınızda ne altın var, ne torba. 2080
  • شاه قاصد گفت هین احوال چیست  ** که بغلتان از زر و همیان تهیست 
  • Paralarla ağır kumaşları gizlediyseniz yüzünüzdeki neşe nerede? dedi.
  • ور نهان کردید دینار و تسو  ** فر شادی در رخ و رخسار کو 
  • Kök, gizlice ürer, kök verir ama “Eseri, yüzlerinde görünür” yaprağı yemyeşildir.
  • گرچه پنهان بیخ هر بیخ آورست  ** برگ سیماهم وجوهم اخضرست 
  • Yücelmiş dal, o kökün zehirden, şekerden ne yediyse, yediklerini bağıra,bağıra ilan eder.
  • آنچ خورد آن بیخ از زهر و ز قند  ** نک منادی می‌کند شاخ بلند