English    Türkçe    فارسی   

5
2096-2120

  • Kulun bir töhmet altına alınması, padişaha ayıp değildir. Bu, padişahın ancak bilimini keremini gösterir.
  • تهمتی بر بنده شه را عار نیست  ** جز مزید حلم و استظهار نیست 
  • Padişah töhmet altına alınanı ihsanları ile Karun gibi zengin ederse suçsuza bakınca neler yapmaz?
  • متهم را شاه چون قارون کند  ** بی‌گنه را تو نظر کن چون کند 
  • Padişahı gafil sanma. O, herkesin yaptığını bilir. Yalnız bildiğini dışarıya vurmasına Hilmi rıza vermez.
  • شاه را غافل مدان از کار کس  ** مانع اظهار آن حلمست و بس 
  • Onun bilgisine karşı “Burada kim şefaatçi olabilir?” Onun ilminden başka pervasızca kim şefaat edebilir?
  • من هنا یشفع به پیش علم او  ** لا ابالی‌وار الا حلم او 
  • Zaten o suç, önce onun Hilmi yüzünden meydana gelir. Yoksa onun korkusu, kimde suç islemeye mecal bırakır ki? 2100
  • آن گنه اول ز حلمش می‌جهد  ** ورنه هیبت آن مجالش کی دهد 
  • Adam öldürenin kan diyeti Padişahın hilmine havale edilmiştir.
  • خونبهای جرم نفس قاتله  ** هست بر حلمش دیت بر عاقله 
  • Nefsimiz sarhoştu kendinde değildi. O hilimden haberi yoktu. Şeytan, sarhoşluğundan istifade etti de külahını kaptı.
  • مست و بی‌خود نفس ما زان حلم بود  ** دیو در مستی کلاه از وی ربود 
  • Halimliğinin sakisi şarap dökmeseydi Şeytan, nereden Adem’le kavgaya girerdi?
  • گرنه ساقی حلم بودی باده‌ریز  ** دیو با آدم کجا کردی ستیز 
  • Meleklere bilgi belletildiği zaman Adem onların hocasıydı; paralarının ayarına bakan oydu.
  • گاه علم آدم ملایک را کی بود  ** اوستاد علم و نقاد نقود 
  • Fakat cennette hilim şarabını içtiği için Şeytanın bir oyunu ile yüzü sarardı. 2105
  • چونک در جنت شراب حلم خورد  ** شد ز یک بازی شیطان روی زرد 
  • O bela, Tanrı belletmesinin incileriydi. Onu çabuk çevik bilgi sahibi yapmıştı.
  • آن بلادرهای تعلیم ودود  ** زیرک و دانا و چستش کرده بود 
  • Yine Tanrının kuvvetli hilim afyonu, hırsız Şeytanı, onun eşyasına doğru sürmüş, getirmişti.
  • باز آن افیون حلم سخت او  ** دزد را آورد سوی رخت او 
  • Akıl, sakim sensin, elimden tut diye onun hilmine gelir sığınır.
  • عقل آید سوی حلمش مستجیر  ** ساقیم تو بوده‌ای دستم بگیر 
  • Padişahın, Eyaz’a ister affet, ister mücazatta bulun.. Adalet ve lütuf bakımından hangisini yapsan doğrudur ve her birinde maslahatlar vardır. Adalette binlerce lütuf gizli olduğu gibi “Kısasta da sizin için hayat vardır. ” Bir kaatilin hayatı hususunda kısası hoş görmiyen, yalnız onun hayatına bakar, siyaset korkusuyla öyle bir iş yapmaktan çekinecek olan yüz binlerce masumun hayatına bakmaz.
  • فرمودن شاه ایاز را کی اختیار کن از عفو و مکافات کی از عدل و لطف هر چه کنی اینجا صوابست و در هر یکی مصلحتهاست کی در عدل هزار لطف هست درج و لکم فی القصاص حیوة آنکس کی کراهت می‌دارد قصاص را درین یک حیات قاتل نظر می‌کند و در صد هزار حیات کی معصوم و محقون خواهند شدن در حصن بیم سیاست نمی‌نگرد 
  • Ey Eyaz suçlulara hükmet. Ey tertemiz olan ve kötülüklerden yüzlerce defa sakınıp çekinen Eyaz!
  • کن میان مجرمان حکم ای ایاز  ** ای ایاز پاک با صد احتراز 
  • Seni iki yüz kere kaynatıp sınasam sende yine bir hile bulamam. 2110
  • گر دو صد بارت بجوشم در عمل  ** در کف جوشت نیابم یک دغل 
  • Sayısız halk sınanmadan utanır. Halbuki sınamalarda sen herkesi utandırıyorsun.
  • ز امتحان شرمنده خلقی بی‌شمار  ** امتحانها از تو جمله شرمسار 
  • Bu,yalnız bilgi değil, adeta dağ, yüzlerce dağ.
  • بحر بی‌قعرست تنها علم نیست  ** کوه و صد کوهست این خود حلم نیست 
  • Padişah bu sözleri söyleyince Eyaz dedi ki: Padişahım, bu lütuf ve ihsan, senin lütuf ve ihsanındır. Bunu böyle bilirim ben, ancak o çarıkla posttan ibaretim.
  • گفت من دانم عطای تست این  ** ورنه من آن چارقم و آن پوستین 
  • Onun için Peygamber bunu anlattı, dedi ki: Kim kendisini bilirse Tanrısını bilir.
  • بهر آن پیغامبر این را شرح ساخت  ** هر که خود بشناخت یزدان را شناخت 
  • Çarığın menidir, kanın post. Hocam bundan ötesi hep onun ihsanı. 2115
  • چارقت نطفه‌ست و خونت پوستین  ** باقی ای خواجه عطای اوست این 
  • Başka yok, bu, bu kadardır deme. Daha arayıp isteyesin diye ihsan etmiştir.
  • بهر آن دادست تا جویی دگر  ** تو مگو که نیستش جز این قدر 
  • Bağcı, bostanının fidanlarını, mahsulünü bilesin diye sana birkaç elma verir.
  • زان نماید چند سیب آن باغبان  ** تا بدانی نخل و دخل بوستان 
  • Buğdaycı, alıcıya bir avuç buğday verir ama ambarındaki anlasın diye.
  • کف گندم زان دهد خریار را  ** تا بداند گندم انبار را 
  • Bilgisini, bilgisinin çokluğunu anlasın diye hoca, sana birkaç mesele anlatır.
  • نکته‌ای زان شرح گوید اوستاد  ** تا شناسی علم او را مستزاد 
  • Yok, ilmi işte bu kadar dersen sakaldan çerçöp silker gibi seni atar, kendisinden uzaklaştırır. 2120
  • ور بگویی خود همینش بود و بس  ** دورت اندازد چنانک از ریش خس