English    Türkçe    فارسی   

5
2331-2355

  • O zayıflıkla bir müddet avlanamadı, öbür canavarlar da kuşluk yemeği yiyemez oldular.
  • مدتی وا ماند زان ضعف از شکار  ** بی‌نوا ماندند دد از چاشت‌خوار 
  • Çünkü aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlar da dara düştüler.
  • زانک باقی‌خوار شیر ایشان بدند  ** شیر چون رنجور شد تنگ آمدند 
  • Aslan, bir tilkiye var git, benim içim bir eşek avla.
  • شیر یک روباه را فرمود رو  ** مر خری را بهر من صیاد شو 
  • Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku, kandırıp buraya getir.
  • گر خری یابی به گرد مرغزار  ** رو فسونش خوان فریبانش بیار 
  • Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra başka bir av tutabilirim. 2335
  • چون بیابم قوتی از گوشت خر  ** پس بگیرم بعد از آن صیدی دگر 
  • Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım.
  • اندکی من می‌خورم باقی شما  ** من سبب باشم شما را در نوا 
  • Benim için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona, o bildiğin afsunlardan oku,
  • یا خری یا گاو بهر من بجوی  ** زان فسونهایی که می‌دانی بگوی 
  • Onu afsunlarla, güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.
  • از فسون و از سخنهای خوشش  ** از سرش بیرون کن و اینجا کشش 
  • Tanrı ilhamiyle, mertebelere göre halka yargılanma ve rahmet gıdasından ecir verme bakımından Tanrı'ya vâsıl olan kutup, aslana benzer. Başka canavarlar da onun artıklarını yeyip doyarlar. Fakat onların aslana yakınlıkları, mekân bakımından değil, sıfat bakımındandır. Bunun tafsilleri, çoktur, doğru yola götüren, Tanrı'dır
  • تشبیه کردن قطب کی عارف واصلست در اجری دادن خلق از قوت مغفرت و رحمت بر مراتبی کی حقش الهام دهد و تمثیل بشیر که دد اجری خوار و باقی خوار ویند بر مراتب قرب ایشان بشیر نه قرب مکانی بلک قرب صفتی و تفاصیل این بسیارست والله الهادی 
  • Kutup aslandır, işi de avlanmakdır. Bu halkın artakalanları, onun artıklarını yerler.
  • قطب شیر و صید کردن کار او  ** باقیان این خلق باقی‌خوار او 
  • Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın. 2340
  • تا توانی در رضای قطب کوش  ** تا قوی گردد کند صید وحوش 
  • Onun, halk gibi kuvvetsiz kalması caiz mi? Bütün boğazlara giren rızık, aklın elinden verilir.
  • چو برنجد بی‌نوا مانند خلق  ** کز کف عقلست جمله رزق حلق 
  • Çünkü halkın bulabildiği şey, ancak onun artığıdır. Senden av isterse bunu gözet.
  • زانک وجد حلق باقی خورد اوست  ** این نگه دار ار دل تو صیدجوست 
  • O, akıl gibidir. Halksa bedendeki uzuvlara benzer. Bedenin tedbiri, akla bağlıdır.
  • او چو عقل و خلق چون اعضا و تن  ** بسته‌ی عقلست تدبیر بدن 
  • Kutbun zayıflaması, ten cihetinden olur. ruh cihetinden değil. Gemi zayıflar. Nuh zayıflamaz.
  • ضعف قطب از تن بود از روح نی  ** ضعف در کشتی بود در نوح نی 
  • Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner. 2345
  • قطب آن باشد که گرد خود تند  ** گردش افلاک گرد او بود 
  • Gemisini tamir hususunda ona yardım et. has bir kul, tam bir köle olduysan buna çalış.
  • یاریی ده در مرمه‌ی کشتی‌اش  ** گر غلام خاص و بنده گشتی‌اش 
  • Ona yardım edersen bu yardım sana yarar, ona değil- Tanrı "Tanrıya yardım ederseniz yardıma nail olursunuz" buyurdu.
  • یاریت در تو فزاید نه اندرو  ** گفت حق ان تنصروا الله تنصروا 
  • Tilki gibi av avla da ona feda et. Bu suretle o verdiğin avın binlerce mislini karşılık olarak al.
  • هم‌چو روبه صید گیر و کن فداش  ** تا عوض گیری هزاران صید بیش 
  • Müridin avlanması tilkicesine olur. İnatçı sırtlan, ölü hayvan avlar.
  • روبهانه باشد آن صید مرید  ** مرده گیرد صید کفتار مرید 
  • Onun önüne ölüyü getirsen o ölü dirilir. Bostana dökülen gübre, mahsulü geliştirir. 2350
  • مرده پیش او کشی زنده شود  ** چرک در پالیز روینده شود 
  • Tilki, aslana emriniz baş üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi hizmette bulunayım.
  • گفت روبه شیر را خدمت کنم  ** حیله‌ها سازم ز عقلش بر کنم 
  • Hile ve afsun benim isimdir. İşim gücüm, masal söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.
  • حیله و افسونگری کار منست  ** کار من دستان و از ره بردنست 
  • Dağ başından dereye doğru koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu.
  • از سر که جانب جو می‌شتافت  ** آن خر مسکین لاغر را بیافت 
  • Candan bir selâm verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı.
  • پس سلام گرم کرد و پیش رفت  ** پیش آن ساده دل درویش رفت 
  • Dedi ki: Bu kuru ovada ne âlemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun? 2355
  • گفت چونی اندرین صحرای خشک  ** در میان سنگ لاخ و جای خشک