English    Türkçe    فارسی   

5
2338-2362

  • Onu afsunlarla, güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.
  • از فسون و از سخنهای خوشش  ** از سرش بیرون کن و اینجا کشش 
  • Tanrı ilhamiyle, mertebelere göre halka yargılanma ve rahmet gıdasından ecir verme bakımından Tanrı'ya vâsıl olan kutup, aslana benzer. Başka canavarlar da onun artıklarını yeyip doyarlar. Fakat onların aslana yakınlıkları, mekân bakımından değil, sıfat bakımındandır. Bunun tafsilleri, çoktur, doğru yola götüren, Tanrı'dır
  • تشبیه کردن قطب کی عارف واصلست در اجری دادن خلق از قوت مغفرت و رحمت بر مراتبی کی حقش الهام دهد و تمثیل بشیر که دد اجری خوار و باقی خوار ویند بر مراتب قرب ایشان بشیر نه قرب مکانی بلک قرب صفتی و تفاصیل این بسیارست والله الهادی 
  • Kutup aslandır, işi de avlanmakdır. Bu halkın artakalanları, onun artıklarını yerler.
  • قطب شیر و صید کردن کار او  ** باقیان این خلق باقی‌خوار او 
  • Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın. 2340
  • تا توانی در رضای قطب کوش  ** تا قوی گردد کند صید وحوش 
  • Onun, halk gibi kuvvetsiz kalması caiz mi? Bütün boğazlara giren rızık, aklın elinden verilir.
  • چو برنجد بی‌نوا مانند خلق  ** کز کف عقلست جمله رزق حلق 
  • Çünkü halkın bulabildiği şey, ancak onun artığıdır. Senden av isterse bunu gözet.
  • زانک وجد حلق باقی خورد اوست  ** این نگه دار ار دل تو صیدجوست 
  • O, akıl gibidir. Halksa bedendeki uzuvlara benzer. Bedenin tedbiri, akla bağlıdır.
  • او چو عقل و خلق چون اعضا و تن  ** بسته‌ی عقلست تدبیر بدن 
  • Kutbun zayıflaması, ten cihetinden olur. ruh cihetinden değil. Gemi zayıflar. Nuh zayıflamaz.
  • ضعف قطب از تن بود از روح نی  ** ضعف در کشتی بود در نوح نی 
  • Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner. 2345
  • قطب آن باشد که گرد خود تند  ** گردش افلاک گرد او بود 
  • Gemisini tamir hususunda ona yardım et. has bir kul, tam bir köle olduysan buna çalış.
  • یاریی ده در مرمه‌ی کشتی‌اش  ** گر غلام خاص و بنده گشتی‌اش 
  • Ona yardım edersen bu yardım sana yarar, ona değil- Tanrı "Tanrıya yardım ederseniz yardıma nail olursunuz" buyurdu.
  • یاریت در تو فزاید نه اندرو  ** گفت حق ان تنصروا الله تنصروا 
  • Tilki gibi av avla da ona feda et. Bu suretle o verdiğin avın binlerce mislini karşılık olarak al.
  • هم‌چو روبه صید گیر و کن فداش  ** تا عوض گیری هزاران صید بیش 
  • Müridin avlanması tilkicesine olur. İnatçı sırtlan, ölü hayvan avlar.
  • روبهانه باشد آن صید مرید  ** مرده گیرد صید کفتار مرید 
  • Onun önüne ölüyü getirsen o ölü dirilir. Bostana dökülen gübre, mahsulü geliştirir. 2350
  • مرده پیش او کشی زنده شود  ** چرک در پالیز روینده شود 
  • Tilki, aslana emriniz baş üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi hizmette bulunayım.
  • گفت روبه شیر را خدمت کنم  ** حیله‌ها سازم ز عقلش بر کنم 
  • Hile ve afsun benim isimdir. İşim gücüm, masal söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.
  • حیله و افسونگری کار منست  ** کار من دستان و از ره بردنست 
  • Dağ başından dereye doğru koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu.
  • از سر که جانب جو می‌شتافت  ** آن خر مسکین لاغر را بیافت 
  • Candan bir selâm verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı.
  • پس سلام گرم کرد و پیش رفت  ** پیش آن ساده دل درویش رفت 
  • Dedi ki: Bu kuru ovada ne âlemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun? 2355
  • گفت چونی اندرین صحرای خشک  ** در میان سنگ لاخ و جای خشک 
  • Eşek dedi ki: İster gamda olayım, ister cennette. Kısmetimi Tanrı veriyor, ona şükretmedeyim.
  • گفت خر گر در غمم گر در ارم  ** قسمتم حق کرد من زان شاکرم 
  • Dosta hayır zamanında da şükrederim, şer zamanında da. Çünkü kaza ve kaderde beterin beteri var.
  • شکر گویم دوست را در خیر و شر  ** زانک هست اندر قضا از بد بتر 
  • Mademki rızkı taksim eden o, şikâyet küfürdür. Sabır gerektir. Sabır genişliğe ulaşmanın anahtarıdır.
  • چونک قسام اوست کفر آمد گله  ** صبر باید صبر مفتاح الصله 
  • Tanrıdan başka herkes düşmandır, dost odur. Şu halde dosttan düşmana şikâyetlenmek iyi bir şey mi?
  • غیر حق جمله عدواند اوست دوست  ** با عدو از دوست شکوت کی نکوست 
  • Bana ayran verirse bal istemem. Çünkü her nimetin bir gamı vardır. 2360
  • تا دهد دوغم نخواهم انگبین  ** زانک هر نعمت غمی دارد قرین 
  • Oduncunun eşeği, has ahırdaki arap atlarının şevketini görünce o devleti dilemesi, bu hikâye münasebetiyle de yargılanma ve inayetten başka bir şey istemenin doğru olmadığı. Çünkü yüz çeşit zahmet, yargılanma lezzeti gibi olsa o zahmetlerin hepsi de atlıdır. Fakat denenmiyen devleti istersen o devletin bir de zahmeti vardır, sen onu göremezsin. Nitekim her tuzakta tane görünür, tuzak görünmez. Sense şu bir tek tuzağa tutulmuşsun, o tanelerin hep senin olmasını ister keşke oraya varsam onların hepsini toplasam dersin. Sanırsın ki o taneler, tuzaksızdır.
  • حکایت دیدن خر هیزم‌فروش با نوایی اسپان تازی را بر آخر خاص و تمنا بردن آن دولت را در موعظه‌ی آنک تمنا نباید بردن الا مغفرت و عنایت و هدایت کی اگر در صد لون رنجی چون لذت مغفرت بود همه شیرین شود باقی هر دولتی کی آن را ناآزموده تمنی می‌بری با آن رنجی قرینست کی آن را نمی‌بینی چنانک از هر دامی دانه پیدا بود و فخ پنهان تو درین یک دام مانده‌ای تمنی می‌بری کی کاشکی با آن دانه‌ها رفتمی پنداری کی آن دانه‌ها بی‌دامست 
  • Bir saka vardı. Onun da bir eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu.
  • بود سقایی مرورا یک خری  ** گشته از محنت دو تا چون چنبری 
  • Sırtında ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe âdeta âşıktı, ölümünü arayıp duruyordu.
  • پشتش از بار گران صد جای ریش  ** عاشق و جویان روز مرگ خویش