English    Türkçe    فارسی   

5
240-264

  • Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin casusudurlar. 240
  • حاجتش ناید به فعل و قول خوب  ** احذروهم هم جواسیس القلوب 
  • Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!
  • این گواه فعل و قول از وی بجو  ** کو به دریا نیست واصل هم‌چو جو 
  • Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir. “Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka görünür meydana çıkar. Nitekim güneş doğup yükselince horoz sesine, müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet yoktur, bir iş ve söz olmasa da güneşin nur güneşe tanıklık verir.”
  • در بیان آنک نور خود از اندرون شخص منور بی‌آنک فعلی و قولی بیان کند گواهی دهد بر نور وی در بیان آنک آن‌نور خود را از اندرون سر عارف ظاهر کند بر خلقان بی‌فعل عارف و بی‌قول عارف افزون از آنک به قول و فعل او ظاهر شود چنانک آفتاب بلند شود بانگ خروس و اعلام مذن و علامات دیگر حاجت نیاید 
  • Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur.
  • لیک نور سالکی کز حد گذشت  ** نور او پر شد بیابانها و دشت 
  • Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
  • شاهدی‌اش فارغ آمد از شهود  ** وز تکلفها و جانبازی و جود 
  • O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.
  • نور آن گوهر چو بیرون تافتست  ** زین تسلسها فراغت یافتست 
  • Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır. 245
  • پس مجو از وی گواه فعل و گفت  ** که ازو هر دو جهان چون گل شکفت 
  • İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
  • این گواهی چیست اظهار نهان  ** خواه قول و خواه فعل و غیر آن 
  • Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
  • که عرض اظهار سر جوهرست  ** وصف باقی وین عرض بر معبرست 
  • Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
  • این نشان زر نماند بر محک  ** زر بماند نیک نام و بی ز شک 
  • Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.
  • این صلات و این جهاد و این صیام  ** هم نماند جان بماند نیک‌نام 
  • Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü; 250
  • جان چنین افعال و اقوالی نمود  ** بر محک امر جوهر را بسود 
  • İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.
  • که اعتقادم راستست اینک گواه  ** لیک هست اندر گواهان اشتباه 
  • Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
  • تزکیه باید گواهان را بدان  ** تزکیش صدقی که موقوفی بدان 
  • Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
  • حفظ لفظ اندر گواه قولیست  ** حفظ عهد اندر گواه فعلیست 
  • Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.
  • گر گواه قول کژ گوید ردست  ** ور گواه فعل کژ پوید ردست 
  • Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. 255
  • قول و فعل بی‌تناقض بایدت  ** تا قبول اندر زمان بیش آیدت 
  • “Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
  • سعیکم شتی تناقض اندرید  ** روز می‌دوزید شب بر می‌درید 
  • Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
  • پس گواهی با تناقض کی شنود  ** یا مگر حلمی کند از لطف خود 
  • Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
  • فعل و قول اظهار سرست و ضمیر  ** هر دو پیدا می‌کند سر ستیر 
  • Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
  • چون گواهت تزکیه شد شد قبول  ** ورنه محبوس است اندر مول مول 
  • A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!.. 260
  • تا تو بستیزی ستیزند ای حرون  ** فانتظرهم انهم منتظرون 
  • Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
  • عرضه کردن مصطفی علیه‌السلام شهادت را بر مهمان خویش 
  • Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
  • این سخن پایان ندارد مصطفی  ** عرضه کرد ایمان و پذرفت آن فتی 
  • O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
  • آن شهادت را که فرخ بوده است  ** بندهای بسته را بگشوده است 
  • İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
  • گشت مؤمن گفت او را مصطفی  ** که امشبان هم باش تو مهمان ما 
  • Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
  • گفت والله تا ابد ضیف توم  ** هر کجا باشم بهر جا که روم