English    Türkçe    فارسی   

5
2662-2686

  • Vehmin, seni şaşkın bir hale getirdiyse nede öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın?
  • چون ترا وهم تو دارد خیره‌سر  ** از چه گردی گرد وهم آن دگر 
  • Ben kendi benliğimden âciz kaldım. Sen neden benlikle dolu bir halde önümde duruyorsun?
  • عاجزم من از منی خویشتن  ** چه نشستی پر منی تو پیش من 
  • Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki onun o güzelim savlicanına top olayım.
  • بی‌من و مایی همی‌جویم به جان  ** تا شوم من گوی آن خوش صولجان 
  • Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir. 2665
  • هر که بی‌من شد همه من‌ها خود اوست  ** دوست جمله شد چو خود را نیست دوست 
  • Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır| Çünkü bütün nakışları aksettirir.
  • آینه بی‌نقش شد یابد بها  ** زانک شد حاکی جمله نقشها 
  • Tanrı sırrını kutlu etsin, Gazneli Şeyh Muhammed-i Serrezi'nin hikâyesi
  • حکایت شیخ محمد سررزی غزنوی قدس الله سره 
  • Gazne'de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammed'di, Künyesi Serrezi.
  • زاهدی در غزنی از دانش مزی  ** بد محمد نام و کفیت سررزی 
  • Her gece üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi.
  • بود افطارش سر رز هر شبی  ** هفت سال او دایم اندر مطلبی 
  • Varlık padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini görmekti.
  • بس عجایب دید از شاه وجود  ** لیک مقصودش جمال شاه بود 
  • O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi dağdan atacağım. 2670
  • بر سر که رفت آن از خویش سیر  ** گفت بنما یا فتادم من به زیر 
  • Tanrı dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem.
  • گفت نامد مهلت آن مکرمت  ** ور فرو افتی نمیری نکشمت 
  • Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı.
  • او فرو افکند خود را از وداد  ** در میان عمق آبی اوفتاد 
  • O canına doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryadetmeğe başladı.
  • چون نمرد از نکس آن جان‌سیر مرد  ** از فراق مرگ بر خود نوحه کرد 
  • Çünkü bu yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş onca tersineydi.
  • کین حیات او را چو مرگی می‌نمود  ** کار پیشش بازگونه گشته بود 
  • O, gayb âleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu. 2675
  • موت را از غیب می‌کرد او کدی  ** ان فی موتی حیاتی می‌زدی 
  • Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi.
  • موت را چون زندگی قابل شده  ** با هلاک جان خود یک دل شده 
  • Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu.
  • سیف و خنجر چون علی ریحان او  ** نرگس و نسرین عدوی جان او 
  • Açıklıktan da ileri, gizlilikten de ileri bir duyulmamış ses geldi: Yürü, ovayı bırak, şehire git!
  • بانگ آمد رو ز صحرا سوی شهر  ** بانگ طرفه از ورای سر و جهر 
  • Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Tanrı, şehirde ne yapayım? Söyle.
  • گفت ای دانای رازم مو به مو  ** چه کنم در شهر از خدمت بگو 
  • Tanrı dedi ki: Nefsini alçaltma için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen. 2680
  • گفت خدمت آنک بهر ذل نفس  ** خویش را سازی تو چون عباس دبس 
  • Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt.
  • مدتی از اغنیا زر می‌ستان  ** پس به درویشان مسکین می‌رسان 
  • Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Tann dedi.
  • خدمتت اینست تا یک چند گاه  ** گفت سمعا طاعة ای جان‌پناه 
  • Mahlûkatın Tanrısiyle o zahit arasında birçok sual cevap, birçok macera oldu.
  • بس سال و بس جواب و ماجرا  ** بد میان زاهد و رب الوری 
  • Öyle ki yerle gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu.
  • که زمین و آسمان پر نور شد  ** در مقالات آن همه مذکور شد 
  • Fakat ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye. 2685
  • لیک کوته کردم آن گفتار را  ** تا ننوشد هر خسی اسرار را 
  • Şeyhin bunca yıldan sonra çölden Gaznenin şehrine gelip gayıptan gelen emirle zembil gezdirerek şunu bunu toplaması ve topladığını yoksullara dağıtması. Buyur kulum yüceliğini bulan cana mektup üstüne mektup gelir, haberci üstüne haberci. Evin penceresi açık olursa oradan güneş de girer, ay ışığı da, yağmur da, mektup da, başka şeyler de ve bunların ardı arası kesilmez.
  • آمدن شیخ بعد از چندین سال از بیابان به شهر غزنین و زنبیل گردانیدن به اشارت غیبی و تفرقه کردن آنچ جمع آید بر فقرا هر که را جان عز لبیکست نامه بر نامه پیک بر پیکست چنانک روزن خانه باز باشد آفتاب و ماهتاب و باران و نامه و غیره منقطع نباشد 
  • Şeyh, Tanrı buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini, yüzünün nuriyle aydınlattı.
  • رو به شهر آورد آن فرمان‌پذیر  ** شهر غزنین گشت از رویش منیر